Baykal, çarşaf açılımı ile oy kazanmak sevdasına düşmüştür. Siyasetin tıkandığı bir noktada bu açılımın kendi partisine ve siyasetine faydası olacağı açıktır. Lâkin bu konunun derinine inildiğinde oldukça ilginç tespitler ile karşı karşıya kalmaktayız. Zira kılık-kıyafet konusunda İstiklâl Mahkemeleri o kadar acımasızca kararlar vermiştir ki, bu konunun tartışılması bile günümüz insanları üzerinde şok etkisi meydana getirmektedir.
Öncelikle basında çıkan yazılara baktığımızda medyanın önemli bir görev ifa ettiği anlaşılmaktadır. Şapka İktisaı Kanunu çıkarıldığında ülkede yer yerinden oynamıştır. Gazete arşivleri bu konuda elimize çok ayrıntılı bilgiler vermektedir.
Genel olarak gazete yayınlarında şapkayı övücü, fesi ve feslileri yerici bir içerik hâkim olmuştur. Bu yayınlar kamuoyunun fes giyiminin aleyhine dönerek şapka giymeye hazırlanmasında yardımcı oluyordu. Nitekim bu yayınların etkisiyle halk içinde de feslilerin aleyhine bir hava oluşmuştu. Ortamdan yararlanan bazı şapka taraftarları, feslileri dövmeye kadar varan olaylar çıkarıyorlardı. Yabancı bir yazar Gentizon, bu olayları şöyle anlatıyor:
“Şapka giyenler her yerde külâh giyenlerin karşısına çıktı. Hatta neredeyse çoğu kez baş giysisini değiştirecek yerde feste ısrar edenlere veya şapka giymeyip başı açık dolaşanlara karşı dayak dâhil her türlü enerjik çarelere başvuruldu. Birçok fırsatlarda, sokaklarda, vapurda, gösteri salonlarında “şapka”lar “fes”lere hücum etti. Fes ve fesliler daima yenildi. Fesler şapkalılarca parçalandı. Ayaklar altında ezildi yahut denize atıldı.
“Bu arada yazlık şapka, kışlık şapka, kır şapkası, otomobil şapkası, cenaze törenleri şapkası, kabul resminde giyilecek şapka türleri üzerinde tartışmalar başlamıştı. Gazeteler ‘Hangi şapka nerede giyilir?’, ‘Şapkayı nasıl giymeli?’ gibi konuların işlendiği adab-ı muaşeret köşeleri açmışlar, şapka giyimi ‘kültürünü’ halka öğretmeye çalışıyorlardı.”
Öte yandan hükümet ve gazeteler sürekli halka şapka pahalılığının geçici olduğunu anlatmaya çalışıyorlardı. Böylece bu konuda oluşan paniğin yatıştırılması amaçlanıyordu. Başka bir sorun, şapkacılardan çoğunun Rum, Yahudi veya ecnebi oluşlarıydı. Bu durumun millî ekonomiye zarar vermesinden korkuluyordu. Bu yüzden, bir ara hükümetin şapka fiyatlarına narh koyması söz konusu olmuştu. O tarihlerde Cumhuriyet gazetesi bu endişeyi şöyle dile getirmişti:
"Şapka imalâthanesi bir an evvel tesis edilmelidir ki, yine paramız harice gitmesin. Fesi de dışarıdan alıyorduk, ama şapka ondan çok daha pahalıdır, üstelik şapkanın modası değişir, herkesin birçok türlü şapka giymesi gerekir. Bir ecnebi de şapka firması kurmak için İstanbul Belediyesine başvurmuş."
Şapka giyiminin kanunlaştırılışındaki amaç göz önünde bulundurulursa, bu anlayış çerçevesinde kadınların dinden ve gelenekten kaynaklanan giyim-kuşamlarının değiştirilmesinin de büyük önem taşıdığı ortaya çıkacaktır. Nitekim Şapka Kanunu ile kadın giyimi arasındaki ilişkiyi değerlendiren Şirin Tekeli, şu yorumu yapmaktadır:
"Amaç açıktı. Din toplumda en fazla kadını mı eziyor? Kadını dinin etkisinden kurtarmak, dinin yüzyıllardır kadına empoze ettiği peçeyi ve çarşafı kaldırmak, din otoritesine indirilecek en büyük darbeydi.
“Mustafa Kemal’in teşhisi buydu(...). Ayrıca hatırlatmakta yarar var ki, bu teşhiste M. Kemal yalnız da değildi. Aşağı yukarı aynı tarihlerde, Orta Asya’nın geri toplumlarını sarsmak ve sosyalist devrime katmak mücadelesi veren Sovyet Yönetimi de işe toplumun en ezilen -feodal baskıya din ve erkek baskısının da eklendiği- kesimi olan kadınları devrime kazanma mücadelesiyle başlamış ve ilk aşamada dinin kadın üzerindeki otoritesini kırmak için peçe ve çarşafın kaldırılması yolunda mücadeleye girişmişti. Mustafa Kemal’in de kadın haklarını böyle ideolojik-politik bir hedef güttüğünü kabul etmek pek yanıltıcı olmasa gerektir. Görüldüğü gibi, kadın hakları için verilen mücadeleyle, dinin etkinliğini kırmak için verilen mücadele arasında diyalektik bir ilişki mevcuttur.
"Nitekim yaklaşık aynı tarihlerde, 1928’lerde Sovyetler’de sadece Özbekistan’da çarşafını çıkarmak istemeyen kadınlarla mücadele sırasında—kayıtlı olarak—28 cinayet işlenmişti. Her yıl 8 Mart “Kadınlar Günü” geldiğinde miting alanlarına doldurulan binlerce kadın çarşaflarını çıkarmak zorunda bırakılıyorlardı. Benzer şekilde Sovyet Azerbaycan’ında da çarşafa karşı yoğun bir mücadele başlatılmış, bu mücadeleyi simgeleyen “çarşafını atarak özgürlüğüne kavuşan” kadın heykelleri kent meydanlarına dikilmişti."
Bu hamur çok su götüreceğinden kısa kesip çarşaf açılımının yıllardır yapılmayan tartışmalara bir zemin teşkil etmesini diliyorum. Aksi takdirde yakın tarihimiz yeterince anlaşılamayacağı gibi, ülkemizdeki problemlerin kaynağını bulmakta zorluk çekeceğimiz aşikârdır.
18.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|