Mevlânâ, Mesnevî’de tenkitle ilgili şu hikâyeyi anlatır: Bir zamanlar her konuda derin bilgisi olan, herkesi kendisine hayran bırakan ve yalnızca İshak ismindeki bir adamın onun her dediğini kabul etmediği, yanlış bulduğu hususları cesurca tenkit ettiği bir âlim yaşardı. Adam öldü, âlim üzüldü. Ona,
“Neden bu kadar üzüldünüz, neredeyse her söylediğinizi eleştiriyordu?”
“Şu anda cennete doğru kanat çırpan arkadaş için değil, kendim için üzülüyorum. Herkes beni hayran hayran dinlerken o mertçe hatalarımı söylüyordu, beni gelişmeye zorluyordu. Şimdi gelişememekten korkuyor ve üzülüyorum.”
***
Tenkit meselesinde öncelikle şu temel cemaatî prensibi nazara almak gerekir:
Bir şahıs, kendi namına hazm-ı nefs eder (yerer), tefâhur edemez (övünemez). Millet (ve cemaat) nâmına tefahur eder (gurur duyar), hazm-ı nefs edemez.1 Diğer taraftan Bediüzzaman, tenkit konusunda şu uyarılarda bulunur:
- Sakın! Dikkat ediniz, ihtilâf-ı meşrebinizden ve zayıf damarlarınızdan ve derd-i maişet zarûretinizden ehl-i dalâlet istifade edip, birbirinizi tenkit ettirmeye meydan vermeyiniz.2
- Bu hizmet-i Kur’âniyede bulunan kardeşlerinizi tenkit etmemek ve onların üstünde faziletfuruşluk nev’înden gıpta damarını tahrik etmemektir. Çünkü nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkit etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez. Belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder. Yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır.3
- Sizler her zamandan ziyade bu fırtınada tesanüdünüzü ve ittihadınızı ve birbirinin kusuruna bakmaması, birbirini tenkit etmemesi, Risâle-i Nur’un vazife-i kudsiye-i imaniyesi hesabına mükellef ve muhtaçsınız. Sakın birbirinizden gücenmeyiniz ve tenkit etmeyiniz. Yoksa az bir zaaf gösterseniz, ehl-i nifak istifade edip sizlere büyük zarar verebilirler.4
- Uhuvvet için bir düsturu beyan edeceğim ki, o düsturu cidden nazara almalısınız: Hayat, vahdet ve ittihadın neticesidir. İmtizaçkârâne ittihad gittiği vakit, mânevî hayat da gider. Tesanüd bozulsa cemaatin tadı kaçar.
- Sakın birbirinize tenkit kapısını açmayınız. Tenkit edilecek şeyler kardeşlerinizden hariç dairelerde çok var.5
- Demek, bu dünyada o adâlet-i İlâhiye noktasında muâmele gerektir. Eğer bir adamın iyilikleri fenalıklarına kemiyeten (sayısal olarak) veya keyfiyeten (nitelik olarak) ziyade gelse, o adam muhabbete ve hürmete müstehaktır. Belki, kıymettar birtek hasene ile, çok seyyiâtına nazar-ı afla bakmak lâzımdır. 6
- Nefis ve şeytan, sizi, kardeşinize karşı itiraza ve haklı olarak tenkide sevk ettiği vakit, deyiniz ki: ‘Biz, değil böyle cüz’î hukukumuzu, belki hayatımızı ve haysiyetimizi ve dünyevî saadetimizi Risâle-i Nur’un en kuvvetli rabıtası olan tesanüde feda etmeye mükellefiz. O bize kazandırdığı netice itibarıyla dünyaya, enaniyete ait her şeyi feda etmek vazifemizdir’ deyip nefsinizi susturunuz. Medâr-ı nizâ bir mesele varsa meşveret ediniz.7
- Taassup yerinde hak; ve safsata yerinde bürhan; ve tadlil-i gayr yerinde tevfik ve tatbik ve istişare ederse, dünya birleşse, hak olan mezhep ve mesleğini bir parça tebdil edemez. (Bu meseleyi biraz açarsak; taassup, bir şeye körü körüne yapışmaktır. Kişi, taassup değil gerçeğe, saçma-sapan gerekçelere değil delillere dayanıp; başkasını sapmakla suçlamaz, istişare ederse kimse onu yolundan caydıramaz.) Nasıl ki, zaman-ı saâdette ve selef-i salihîn zamanlarında hükümfermâ hak ve bürhan ve akıl ve meşveret olduklarından, şükûk ve şübehatın hükümleri olmazdı.8
Bu ölçüleri ve prensipleri üst üste, ehl-i hizmetin hizmetlerini ve hatalarını alt alta koyup; “Ey imân edenler! Adalet üzere olun ve Allah için şahidlik edin. Kendi aleyhinize veya anne ve babanızla akrabalarınızın aleyhine olsa bile. Hakkında şahidlik ettiğiniz kişi, zengin de olsa, fakir de olsa doğruluktan ayrılmayın. Çünkü ikisini de Allah sizden daha iyi gözetir” 9 hükmünce kararımızı infaz edelim!
Dipnotlar: 1- Sünûhat, s. 20.; 2- Kastamonu, s. 183.; 3- Lem’alar, 164-165.; 4- Kastamonu Lâhikası, s. 172.; 5- Barla Lâhikası, s. 87.; 6- Mektûbât, s. 354.; 7- Kastamonu Lâhikası, s. 181.; 8- Muhakemat, s. 32. 9- Kur’ân, Nisâ, 135.
17.12.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|