Mecliste bütçe maratonu başladı. Gündem, şüphesiz yine ekonomik kriz. Döviz, faiz ve carî açık cenderesine sıkışan üretim ve yatırımdan yoksun ekonomi politikalarına yeniden “IMF anlaşması” tartışmaları damgasını vurmakta.
Uzun süre “Bizi vurmaz teğet geçer” dediği küresel kriz için Başbakan şimdi “Tepe noktasını aştı” dese de, fabrikalar kapanmaya, işten çıkarmalarla işsizlik artmaya devam ediyor. Tıpkı milletin inanç değerlerinden türeyen “Hamdolsun!” kelimesi gibi siyasî söylemlerle krizi hafife alma teşebbüsleri de tiye alınıyor.
Diğer yandan bayram öncesi bugün yarın açıklanacağı belirtilen “tedbirler” bir türlü açıklanmıyor. Başbakan “Kriz inişe geçti” diyedursun, Merkez Bankası Başkanı açık açık, krizde resmin henüz net olmadığını belirterek, “Krizin neresinde olduğumuz belli değil” diyor, “İhtiyatlılığı devam ettirmeliyiz” diye konuşuyor. Krizin reel sektöre tahribatının ve malî sektöre etkilerinin zaman içerisinde önümüzdeki dönem görüleceğini belirtip ihtiyat çağrısı yapıyor.
Bütün bunların arasında Başbakan’ın baştan beri “Ümüğümüzü sıkmasınlar!” diye zâhirde “rest çektiği” havasını verdiği IMF ile el altından görüşmeler yapıldığı yine Erdoğan’ın açıklamalarıyla ortaya çıkıyor.
TÜRKİYE’NİN DEĞİL,
IMF’NİN ÖNCELİĞİ…
Aslında son Amerika ziyaretinde Erdoğan’ın, “IMF bir akreditasyon kuruluşudur, yani o sizi akredite ederse dünya finans kuruluşlarından kredi desteği alırsınız” ifadesi, IMF ile işbirliğinin bir işareti idi.
Bir taraftan Başbakan ve ilgili bakanlardan, “IMF ile herhangi bir program talebinde bulunmadık” ifâdesi, diğer taraftan bayram öncesi, “IMF ile anlaşmanın olup olmayacağı”na ilişkin bir soruya Başbakanın, “Biliyorsunuz bizim bayramımız var, ama IMF’nin bayramı farklı zamanlara denk geldiği için IMF ile çalışmalar devam ediyor. Arkadaşlarımızın bir kısmı orada. Peyderpey bazı kalemlerde her geçen gün anlaşmalar gerçekleşiyor. Onların talepleri üzerinde şu anda arkadaşlarım çalışmalar yapıyor. Her akşam ben de hazineden sorumlu bakanımla görüşmeler yapıyorum” sözleri, yaman bir çelişkiyi su yüzüne çıkıyordu. Ve altı yıldır Kemal Derviş’in hazırladığı “IMF programı”nı sürdüren AKP siyasî iktidarının yine IMF ile yola devam ettiğini gösteriyordu.
Ki Merkez Bankası Başkanının peşinden, “Belirsizlik devam ediyor. Son durumda biz Türkiye olarak durumumuzu IMF’ye arz ettik. IMF’ye ön teklifte bulunduk. IMF de geri bildirimde bulundu, görüşmeler devam ediyor. Nasıl şekil alacağı henüz net değil” demeci, her şeyi açıkça ortaya koyuyordu.
Bunu Erdoğan’ın bazı gıda maddelerinde KDV oranlarının indirilmesiyle ilgili “IMF’nin talepleri”ni kamuoyuna duyurması tâkip etti. Erdoğan artık “IMF’ye rest” çekip “şartlı” anlaşma yerine, halka IMF’nin KDV’nin indirilmesine râzı olmadığını anlatıyor; “Şu anda gündemimizde KDV indirimi söz konusu değil. KDV indirimini talep edenler çok ilginç tezatlar içindeler. Bir taraftan ‘IMF ile anlaşın’ diyorlar, öbür taraftan ‘KDV indirimi’ diyorlar. Bilmiyorlar ki IMF, şu anda, ‘KDV’yi yükseltin’ diyor” sözleriyle indirimi talep edenlerin tezadından bahsediyordu.
Ancak farkında olmadan Başbakanın bir yandan millet nezdinde güya “rest çekip” diğer yandan “IMF bunu istiyor, karşı çıkmak olur mu?” anlamına gelen teslimiyetle, hükümetin IMF ile ilişkilerdeki tezadı da âdeta ikrar ediyordu.
Neticede AKP hükümetinin, IMF’den bağımsız ve tamamen Türkiye’nin önceliklerine göre politikalar izlediği iddiasına karşılık, tıpkı 28 Şubat “postmodernn darbe”sinin siyasî aktörü Anasol koalisyonları gibi IMF’nin yanında yer aldığı artık resmen itiraf ediliyordu.
PARÇA PARÇA “KRİZ
İTİRAFI”YLA OYALAMA...
Kısacası Başbakan’ın bayramdan önce TAI’de düzenlenen törenden sonra IMF ile gili soruları, “Bakın bunun altını çiziyorum, sonra IMF ile ilgili ne düşünülüyor, ne görüşülüyor, ne ediliyor falan filan”la başlayan ve dolambaçlı yollardan “tüm bu gerçekler ortada, onun için şu anda bizim KDV’de hükümetin kesin tavrının indirim diye bir durumumuz söz konusu olmadığı” cümlesiyle son bulan açıklamaları, IMF ile doludizgin görüşmelerin devam ettiğini gösteriyordu.
Lâkin “tedbirler paketi” hep erteleniyor; “Paket anlaşmadan sonra mı açıklanacak?” sorusunu da Başbakan, “Paketi biliyorsunuz açıkladım Kızılcahamam’da, 7 madde açıkladım” cevabıyla geçiştiriyordu. Anlaşılan parça parça ve örtülü “kriz itirafı”nda bulunulan yöntemle seçmeni alıştırma taktiğiyle psikolojik ve politik ortam oluşturmaya çalışılıyor.
Hükümet, resmî rakamlarla yüzde 10.1’i aşan, gerçeğinde kat kat olan işsizliğe karşı ciddî bir tedbir almıyor. Uzmanlardan gelen ekonominin talep yönünün güçlendirilmesi ve canlanması, zamların geri çekilmesi, KDV ve ÖTV’nin kaldırılması, reel sektöre destek verilmesi, işten çıkarmaların önünün alınması, çiftçiye ve esnafa faizsiz destek verilmesi, işverenin prim ve vergi yükünden kısmen de olsa kurtarılması tekliflerini görmezden geliyor.
Belli ki hükûmet mahallî seçimler arefesinde hükümet, IMF ile yaptığı görüşmeleri ve kriz ortamında sıfır yatırımı telkin eden anlaşmaları ötelemeye çalışıyor. Seçim öncesi para ve kömür dağıtımıyla kamuoyunu oyalama peşinde. Kendince seçim için kriz yönetimini uyguluyor.
Ama olan millete oluyor…
17.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|