Sonsuz kudret, ilim, hikmet gibi isim ve sıfatlar sahibi Yaratıcının, sayısız varlıkları yokluk karanlıklarından çıkararak her birisine değişik özellikler, güzellikler verdiğini hepimiz gözlemleriz.
Maddî âlemde rakamlara sığmayacak kadar çeşitli varlıklar yarattığı gibi, nur, esîr (atomların yüzdüğü çok ince, akışkan ve her tarafı dolduran, her yere nüfûz eden lâtif unsur) gibi ruha yakın münasip, lâtif, akışkan unsurları da hayatsız, donuk, cansız bırakmamış, onlardan da çeşitli türler yaratmıştır.
Varlıklar temelde şöyle tasnif edilir: 1- Ruhanîler 2- Cismanîler
Ruhanîler: a- Melekler b- Cinler c- Şeytanlar
Cismanîler: a- İnsanlar b- Hayvanlar c- Bitki ve sair cansızlar.
Ruhanîler, yani nurdan (çok ince enerji boyutlarından) yaratılan melekler; tamamen ulvî duygularla donatılmış, “akıllı, şuurlu”, fakat nefisleri (olumsuz duyguları) olmayan lâtif varlıklardır.
Cinler, “nefis, idrak ve irade” sahibi, bizim gibi imtihana tâbi tutulmuş, düşük yoğunluklu, “ışınsal” yaratıklardır.
Şeytanlar ise, baştan ayağa “süfliyat” denen, “siyah enerji” boyutlarından var edilmiş kötü ruhlardır. Hayvanlara sınırlı “nefis” takılmış; İlâhî sevk ve yönlendirmenin mesajlarını alacak şekilde dizayn edilmiş çok düşük seviyede “idrak” melekesi verilmiş, “kalp, vicdan ve irade” verilmemiştir.
Bitki ve sair camid (cansız) varlıklar, hatta dünyamız hayvanlardan da daha düşük yoğunluklu hayat, ruh ve hislerle donatılmıştır. Böylece her türüne uygun birçok duyu, duygu ve organ verilerek “sevk-i İlâhî” denen ilhamı alacak bir ruh ve ceset giydirilmiştir. İnsanoğlunun yaratılış şemasındaki yerine gelince onu ayrı bir alt başlıkta ele alalım.
Kâinatın bütün unsurlarından özetlenmiş İlâhî antika bir san'at eseri olduğumuzdan; olumlu-olumsuz, maddî-manevî, melekî-şeytanî bütün özellik ve unsurlarını ruh ve bünyemizde barındırırız. Dolayısıyla, kin, nefret, düşmanlık, inat gibi pek çok nefsi/olumsuz duygular taşırız.
Kimi ahlâkçı, psikolog, pedagog ve mutasavvıflar; olumsuz duyguların insan fıtratından yok edilmesi gerektiğini savunur. Kimisi de törpülenip susturulmalarını. Oysa bu, yaratılışa ve imtihan sırrına aykırıdır.
Ahlâkı zayıf insanlara, “Haset etme!”, “Hırs gösterme!”, “İnat etme!” ve “Dünyayı sevme!” diyerek terbiye edemeyiz. Bu, “fıtratını/yapını değiştir” gibi yerine getirilmesi imkânsız bir tekliftir. Adeta, akan suya “Tersine ak!”; lâmbaya “Işık verme!”; fırına, “Yemek pişirme!” demek gibi bir şeydir.
Asıl olan olumsuz duygu ve hisleri yok etmek değil, onları mecralarına yönlendirmek ve veriliş istikametinde kullanmak; yani müsbete çevirmektir.
Ulvî duyguların inkişafını aklî ve mantıkî bir coşku ve heyecanla sağlamalı; “Olumsuz duygularını at, yaratılışını değiştir, insanlıktan çık!” gibi realiteye zıt bir yaklaşım sergilenmemeli. Belki şöyle denmeli:
Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecralarını değiştiriniz!1 Meselâ şeytan bize musallat olur ve kitap okumamıza, ibadet ve zikir yapmamıza engel olur.
İşte burada, inadımızı veriliş gayesi istikametine çevirerek kullanabiliriz: Ey nefsim ve ey lânetlenmiş, kovulmuş şeytan! Sen mi, “Okuma!”, “İbadet etme!”, “Zikretme!” “Tefekkür etme!” diyorsun? “Öyle ise, inadına okuyup, inadına ibadete ve zikre devam edeceğim!” Sen mi, “Hak ve hürriyetler için çalışma, boş ver, âlemi sen mi düzelteceksin!” diyorsun. “İnadına çalışacağım!” Yani, burada inadı, sebat şekline dönüştürüp pekâlâ gelişmemizin itici gücü yapabiliriz.
Askerde silâh verilerek talim yaptırılmasının sebebi, durdurulması gereken düşmanın varlığıdır. Yoksa birlikte talim edilen arkadaşa ateş edilsin diye değildir. İşte negatif duygular da silâhı, asiti veya mikrobu temsil ederler. O duyguları, düşmanlara, haksızlara, zalimlere karşı kullanmalıyız. Negatif duyguların varlığı son derece lüzumlu ve hayatî önem taşır. Çünkü hareket ve bereket, zıtların müdahalesiyledir.
Hırs göstermeli, inat etmeli, öfkelenmeli, düşmanlık beslemeliyiz... Ama, ne zaman, kime karşı, ne derecede kullanacağımızı ayarlamak şartıyla... O zaman gerçek insanlığımız ortaya çıkar; negatif/eksi kutuplu olan duygularımızı “artı”ya çevirebiliriz. Olumsuz duyguları müsbete kanalizesi; hafiflerini dünya işlerine, şiddetlilerini öbür âleme ve maneviyata sarf etmekle mümkün.2
Dipnotlar:
1. Mektubat, s. 318.; 2. A.g.e., s. 275.
10.12.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|