Silivri’ye Danıştay bombası
Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Danıştay cinayetiyle ilgili verdiği kararı bozdu ve Ergenekon’la bağlantısının araştırılması için dosyanın genişletilmesini istedi.
‘Devrim’ gibi karar.
Bu kararla, ‘Ergenekon’un avukatıyım’ diyen CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve taifesinin bozulan karara dayandırdığı ‘avukatlık tezi’ tümden çöktü. Ergenekon’u sulandırmak isteyen ve bu amaca matuf olarak piyasaya kitap süren yazarlar da bu enkazın altında kaldı.
Şimdi Ergenekon’da yeni bir sayfa açılıyor.
Başından beri bıkmadan, usanmadan, dilimiz döndükçe yazdık, çizdik, dedik ki, ‘Bu karar eksiktir...’
Karanlık oyun
Neden eksiktir? Hafızalarımızı tazeleyelim...
17 Mayıs 2006 günü Danıştay 2. Dairesi’nin toplantı salonuna giren Alpaslan Arslan, elindeki ‘GNF 823’ seri numaralı ‘Glock 19 Austrıa’ marka 9 milimetrelik silahını çekerek, ortalığı kan gölüne çevirdi.
Hakim Mustafa Yücel Özbilgin olay yerinde hayatını kaybetti. Mustafa Birden, Ayfer Özdemir, Ayla Gönenç ve Ahmet Çobanoğlu yaralandı.
Kamuoyunda olayın şoku sürerken internet sitelerinde cinayetin ‘türban kararı’ yüzünden işlendiği tezi anlatılmaya başlandı.
Hadise şuydu: Aytaç Kılınç isimli öğretmen 2001 yılında Gölbaşı Bayrak Garnizonu’nda bulunan Bayrak Anaokulu’na müdür olarak atandı. Okulda türbanlı değildi ama eve giderken türban takıyordu. Şikayet üzerine görevden alınıp Mamak Kıbrıs Köyü İlköğretim Okulu’na sürüldü.
Kılınç bunun üzerine Ankara 6. İdare Mahkemesi’ne dava açtı, itirazı yerinde bulundu. Ancak Danıştay 2. Dairesi yerel mahkeme kararını bozarak, anaokuluna müdür olarak atanmasını sakıncalı buldu.
Efendim, cinayet bu karara tepki olarak işlenmişti!
Ertuğrul Özkök de 18 Mayıs 2008 tarihli köşesinde ‘Cumhuriyet’in 11 Eylül’ü’ diyerek bu iddiayı güçlendirmeye çalıştı.
Aslan formata uymadı
Ne var ki, fail Alpaslan Arslan’ın mazisi, evinde ve üzerinde çıkan kimlikler, ilişkileri ve bu cinayete yardımcı olan arkadaşları, belli çevrelerin bu tezini haklı kılacak emareleri göstermiyordu.
Arkadaşları onun için ‘Ülkücü’ diyorlardı.
Emin Aksoy (Apartman yöneticisi): ‘Sağ görüşlü, yani Ülkücü olarak tanınmıştı.’
Selahattin Demirtaş (Arkadaşı): ‘Siyasi düşünce olarak Ülkücüydü.’
Fikri Cora: (Ev arkadaşı): Herhangi bir tarikat, cemaat, radikal dini gruplarla bağlantısı yoktu.’
Recep Özkan (Okul arkadaşı): ‘Alpaslan genelde Hürriyet ve Milliyet okurdu.’
Osman Mutlu (Arkadaşı): ‘Üniversite okuduğumuz dönemde Ülkücü görüşe mensup olduğunu biliyorum.’
Serkan Toper (Arkadaşı): ‘Ülkücü gençler arasına takılıyordu.’
Tüm bu ifadeler mahkemede hakimler önünde verildi, dava dosyasına girdi. Yani gazete haberleri değildir.
Sonra?
Alpaslan Aslan’ın Veli Küçük’le aynı karede yer aldığı fotoğraf çıktığı ortaya. Uyuşturucu parasıyla kurulan Doğuş Foctoring’in avukatıydı. Emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin de şirkete yüzde 10 hissedardı.
Aracında İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne ait ‘tanıtım kartı’ vardı. Adına düzenlenmiş Ulusal Haber Basın Kartı ve Vatanseverler Güçbirliği Hareketi Derneği’ne ait iki ayrı karta daha rastlandı.
25 Eylül 2005 tarihinde Bilgi Üniversitesi’ndeki Ermeni Konferansı dahil bir çok protesto gösterisinde onu gördüler.
Ne dinle, ne cemaatle, ne türbanla uzaktan yakından bir alakası yoktu.
Ayrıca babası İdris Aslan, polisteki ifadesinde, kızlarının başörtüsü takmadığını, oğlu Alpaslan’ın bir kez dahi kız kardeşlerine ‘örtün’ baskısında bulunmadığını anlatırken, Veli Küçük, Muzaffer Tekin ve Taner Ünal’la ilişkilerinin araştırılmasını istedi.
Arkadaşları da tutmadı
İddianameye göre, Aslan’ın yanındaki en güçlü isim Osman Yıldırım’dı. O da ömrü çek senet tahsilatıyla geçmiş, daha çok yer altı dünyasının yakından tanıdığı bir isim. Adam öldürmek, ruhsatsız silah bulundurmak, sahte kimlik düzenlemek suçlarından yargılanmış sicili kabarıktı.
Ekipteki İsmail Sağır, hırsızlık, müessir fiil, darp, yaralama, gasp, soygun, kasten yangın çıkarma, kesici aletle yaralama, silahlı müessir fiil suçlarından dolayı hakkında 11 ayrı dava açılmış şahıstı.
Tekin İrşi, Kadıköy Bostancı’da bir barda barmen olarak çalışıyordu. Polisteki sorgusunda şöyle dedi: ‘Sol görüşe mensubum. Sendika, dernek ve vakfa üyeliğim yok.’ Tanık olarak dinlenen Ferhat Çakırca, İrşi’nun bu iddiasını teyit etti: ‘Bostancı sahilde Hovarda Bar’ı açtım, akşamları bara gelmeye başladı. Eğlenmesini seven, içki içen biridir, namaz kılmaz.’ Ferhat Kaya isimli bir tanık ise ‘Birlikte uyuşturucu madde kullanırdık’ diye ifade verdi.
Diğer sanıklardan Erhan Timuroğlu da farklı değildi. Tanık Serdar Özten onu şöyle anlattı: ‘Biz İstanbul’da onun takıldığı barda oturur içki içerdik...’
Sanık Sinan Berberoğlu ise gözaltına alınmadan önce kaçakçılık, resmi belgede sahtecilik ve vergi suçlarından dolayı aranıyordu.
Görüldüğü bu tablodan ‘türban çetesi’ çıkarmak, ‘şapkadan tavşan çıkarmak’ gibiydi.
Gürses’in tüyosu
Şimdi Ergenekon sanığı olan Doç. Dr. Emin Gürses, 24 Mayıs 2006 günü katıldığı bir TV programında Aslan’ın arkasında bir ‘şeyh’ olduğunu iddia etti. Melih Aşık da 26 Mayıs 2006 tarihli Milliyet’teki köşesinde ‘Keramet Şeyhte mi?’ başlığıyla bu iddiayı sütunlarına taşıdı.
Oysa ne Aslan ne arkadaşları ‘şeyh’in farkındaydı.
Aslan, sanki vahiy inmiş gibi 40 gün sonra 26 Mayıs’ta ifadesini değiştirerek o ‘şeyh’i açıkladı: 83 yaşındaki Salih Kunter... Yanına bir de muhafazakar kimlikteki avukat Süleyman Esen’i ekledi.
Böylece, ‘türban çetesi’nin dini motifleri işlenmiş oldu! Gerçi Aslan, bu ifadesini ilk duruşmada reddetti ama mahkemede geri dönüş yoktu!
Mahkeme sonuçlandı, o ‘şeyh’ beraat etti. Ama geride Aslan liderliğinde ‘türban çetesi’ kaldı! Ergenekon’da tutuklanan Muzaffer Tekin ve Hüseyin Görüm gibi isimler mahkemeye bile çıkarılmadı.
Yargıtay, dünkü kararıyla ‘hukuk dersi’ verdi. Ayrıca, Ergenekon davasına ‘lojistik hukuk desteği’ sağladı.
Memleketimde güzel şeyler oluyor...
Şamil Tayyar / Star, 17.12.2008
|
Ne yapar, ne yapmaz
General, “dışarıda” iken, kendisi komplolarla suçlanırken, “Devlet komplo kurmaz” diyordu.
General, “içeride” iken, kendisi yine suçlanırken, “Devlet komplo kurdu” diyor.
“Hakikat” ise, sadece mahkemede aranmıyor.
Silopi Savcılığı “suç duyurusu” üzerine, “kuyular” açmaya hazırlanıyor.
“Petrol kuyuları” ndan sorumlu “Devlet” şirketinin arazileri içinde, “kayıp, ceset, faili meçhul” aranacak.
“Asitle yakılıp çukurlara gömülen” var mı, bakılacak.
Yakın geçmişin “yaşayan ölüler”i aranacak.
Çünkü burası aynı zamanda Arjantin’dir.
Çünkü buradan da infaz timleri geçmiştir.
Çünkü burada da kayıp anaları her gün yeniden ölmüştür.
Çünkü buranın da darbeleri, cuntaları, suikastları, cinayetleri, gömmeleri olmuştur.
Bir tek farkla ki, buranın cuntaları, darbecileri hakkıyla yargılanmamıştır.
“Darbe teşebbüsü” ile yargılananlar varken dahi, “ne teşebbüsü, netekim darbe yapmışlar” Anayasa ile korunmaktadır.
“Hakikat” sadece mahkemede değil.
“Devlet”in Adli Tıp Kurumu, Adli Tıp Enstitüsü bir “infaz merkezi”, bir “cinayet örtme mahalli” olarak zanlı hale geliyor.
Yüzlerce insana, gence ölümcül yaralarıyla, hastalıklarıyla dahi “infaz” raporları verebilen, delik deşik edilmiş, işkencelerden geçirilmiş cesetlerde dahi “devlet parmağı”nı gizleyen, yenilerde tecavüz mağduru çocukların başına geleni neredeyse mazur gösteren raporlar ile temayüz eden, insan haklarına duyarlı Adli Tıpçıları hem kurumdan, hem Enstitü’den temizlemeye uğraşmış bir “Devlet”ten söz ediyoruz.
“Suç, kanıt karartma” kuşkularının, hem “Adalet” hem “Adil Tıp” taahhüdü verdiği sanılan bir kurumda nasıl yoğunlaşabildiğini izliyoruz.
Aradan onca yıl geçtikten sonra, “Garih cinayeti”nin bu mercie düşmüş kan izlerinin peşine düşüyoruz.
“Hakikat” sadece mahkemede değil.
Daha geçenlerde, önce polis, sonra asker işkencesinden geçirilmiş, sonra cesedinden “Devlet”in özür dilediği bir kışlaya da çıkıyor yeniden yollar.
“Garih cinayeti”nin faili olarak mahkûm olmuş, cinayete oradan gelmiş, cinayetten kanlı giysiyle oraya dönmüş “asker” ile, silahlı yeminler ettirmiş şimdi sanık subayın yolları orada kesişiyor.
Her “rastlantı”da “Hakikat” göz kırpıyor.
Asla komplo yapmayan devletin komplo yaptığını söyleyebilirken sanık General...
Hakikat; “Devlet” kurumları, arazileri, kuyuları, kışlaları, üniformaları, dosyaları, arşivleri arasında zıplayıp duruyor!
Umur Talu
Sabah, 17.12.2008
|