Avrupa Birliği ile 2005 yılında başlatılan ‘üyelik müzakeleri’nde iki yeni başlık daha açılarak küçük de olsa yeni bir adım daha atıldı. Gündemde dünyayı da sarsan ekonomik kriz olduğu için iki yeni başlığın açılması pek tartışılamadı.
“Sermayenin serbest dolaşımı’ ve ‘Bilgi toplumu ve medya’ fasıllarının açılmasıyla birlikte, açılan başlık sayısı 10’a yükselmiş oldu. AB ile görüşmeleri yapılan başlıkların / konuların tamamlanıp kapatıldığı (o da geçici olarak kapatılmış) sadece bir başlık var. Bir yandan 10 başlıkta görüşmeler devam ederken, daha açılmayı bekleyen 25 başlığın olduğu da hatırlanırsa; son 3 yılda bir arpa boyu yol alamadığımız söylenebilir.
İçeride ve dışarıda, Türkiye’nin AB’ye üye olmasını istemeyen ‘güç odakları’nın varlığı bir gerçek. Türkiye’yi idare edenlerin bunu bilerek ve buna rağmen çalışmaları gerekir. Üyelik için gerekli olan şartları yerine getirmek için adım atmayıp, ikide bir AB’yi suçlamak işe yaramıyor.
Nitekim, Türkiye’nin işleri ağırdan alması Avrupa Birliği’ndeki ‘dostlar’ımızı da hayal kırıklığına uğratıyor. Örnek olması bakımından hatırlatmak gerekirse, Avrupa Parlamentosu üyesi Vural Öger şöyle demişti: “AB’deki Türkiye dostları içinde bir Türkiye yorgunluğu başladı. Bunların eline birşeyler vermek lâzım. Hükümet Mart ayından sonra Avrupa Birliği konusuna soyunmazsa benim de şevkim biter.” (Yeni Asya, 19 Aralık 2008)
Bunun yanında AB Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn ve benzeri çok sayıda isim de aynı gerçekleri dile getirip, Türkiye’nin bir an önce üyelik için gerekli adımları atmasını talep ediyor. Müzakerelerin başladığı tarihten bu yana yapılanlara bakıldığında ‘Biz üzerimize düşeni yaptık’ demek mümkün mü? Türkiye’den daha sonra bu yolda yürümeye başlayan bazı ülkeler, bizden çok daha hızlı yol almış ve neredeyse müzakeleri tamamlamıştır. Türkiye’nin müzakere etmeye başladığı başlıklar, belki de en ‘kolay’ olan başlıklardır. Asıl önemli ve tartışmalı başlıklara daha sonra sıra gelecektir ki, bu konuların iç politika malzemesi yapılması bile mümkündür. Bu bakımdan, iktidar bugünü iyi değerlendirmeli ve boşa vakit geçirmemelidir.
Herkesin bildiği gibi Avrupa Birliği maceramız çok önceleri başladı. Neredeyse yarım asır devam eden bu macerada hep inişler ve çıkışlar yaşadık. Gele gele AB üyeliğinin bir ‘devlet politikası’ olduğu, dönemin cumhurbaşkanlarınca da ilân edildi. Eğer bu politikadan vazgeçme sözkonusu değilse olur olmaz bahanelere sarılmaya gerek yok. Öyle değil de AB üyeliği hedefi ‘devlet politikası’ olmaktan çıktıysa o zaman da millete doğru bilgi verilsin. Tabiî mümkün ise makul gerekçeleri de açıklansın. Hem bu yapılmayıp, hem de alttan alta “AB üyeliği bizi bozar/böler” diye propaganda yapmak, bu uğurda millete yanlış bilgi vermek “bindiği dalı kesmek”ten farksızdır.
Son bir iki yılda yaşadığımız hadiseler, “Kopenhag Kriterleri olmasa da olur, Ankara Kriterleriyle yolumuza devam ederiz” söyleminin temelsiz olduğunu göstermiş olsa gerek. Yolu yarılamak da yetmez, hedefe ulaşmak için daha çok gayret gerek. Milletin ve memleketin menfaatinin bu noktada olduğunu görelim.
21.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|