Bugün, sıkıntısını çektiğimiz en önemli meselelerden birisi, siyâsî kirlilik ve şeffaf yönetim biçiminin olmayışıdır. Bunun sebeplerinden birisi, çeşitli bulaşıcı hastalıklar gibi intişar eden istibdattır. Bizim de bu baskıya boyun eğmemizdir, yöneticileri sorgulamayışımızdır.
Diktatörlük, baskı, sadece askerî ve idarî olmaz. İlimde, eğitimde, aile hayatında, toplumda da istibdatlar vardır. Zaten bu istibdatların birleşmesinden hâsıl oluyor siyâsî istibdat. “Taklidin pederi ve istibdâd-ı siyâsînin veledi olan istibdâd-ı ilmîdir ki, Cebriye, Râfıziye, Mûtezile gibi İslâmiyeti müşevveş eden fırkaları tevlid etmiştir”1 der Bediüzzaman. Yani, “İlmen, mesele budur ve başka bir yolu yoktur” diye dayatıldığından, onlar da “Başka yollar da vardır” diyerek saptılar ve kendilerini başka yerde buldular. Bediüzzaman bir meseleyi anlattığında, “Mesele budur, başka yolu yoktur!” demez. “Yüzer hikmetlerinden birisi budur!” diyerek ilmî hürriyet meydanını açmıştır. Siz çocuğunuzu evde, okulda susturursanız, büyüyünce de çok susuyor ve hak aramasını bilmiyor. Cehaletle hak aranmadığında da, en hamiyetli kişiler müstebit oluyor.
İslâmiyetin, tarih boyunca, bu hususta da hârika örneklerin sergilenmesine zemin hazırladığını ve en demokratik, hür, şeffaf devlet anlayışını yerleştirdiğini görürüz. Hulefâ-i Râşidînin birincisi ve hakikî reis-i cumhurlardan Hz. Ebûbekir, reis-i cumhur, yâni mü’minlerin emiri, halîfesi seçildiği zaman şu meâlde bir nutuk çektiğini hepimiz biliyoruz:
“Ey insanlar, ben sizin başınıza yönetici seçildim, ama sizden daha hayırlı bir kimse değilim. Eğer davranışlarımda, uygulamalarımda, hareketlerimde doğru yaptığımı ve söylediğimi hissederseniz bana yardımcı olun; hak ve hakikatten saptığımı görürseniz hatalarımı doğrultunuz. Sizin içinizde zayıf olarak bilinen kimseler, onun hakkını diğer kişilerden alıncaya kadar o kişi, benim yanımda kuvvetlidir. Sizin güçlü bildiğiniz kişi de benim yanımda zayıftır, tâ ki, onun elinden gasbetmiş olduğu hakkı alıp gerçek hak sahibine verinceye kadar. Ben sizin halifeniz olarak, sizinle ilgili uygulamalarımda Allah ve Resûlüne itaat ettiğim müddetçe bana itaat edin. Şâyet Allah ve Resûlüne isyan edersem; benim, size, bana itaat edin deme hakkım yoktur.”
Karşısında hazır bulunan topluluktan bir kişi kalkar, der ki: “Ey Ebû Bekir! Peygamberin halifesisin, seni seçtik, yöneticimizsin, emîri’l-mü’minînsin, şunu bilesin ki, en ufak bir eğriliğini görürsek şu kılıçla doğrulturuz.” Hz. Ebû Bekir konuşmasının sonunda Allah’a şöyle hamdeder:
“Ebû Bekir’in maiyyetinde hatasını kılıcıyla doğrultacak fertleri bulunduran Allah’a hamd olsun.”
Müslümanların Devlet Başkanı Hz. Ömer (ra) hutbe irâd ediyor. Vatandaşın biri topluluğun huzurunda ayağa kalkıp itiraz ediyor:
“Seni dinlemiyorum ya Ömer!”
“Neden?”
“Hepimize ganimetten bir parça kumaş düşmüştü; ben elbise diktiremedim. Görüyorum ki, senin sırtında elbise var. Bu nereden geliyor?”
Devlet reisinin çehresinde kızgınlığın hiçbir alâmeti yok. Mütebessim bir çehre ile oğluna sesleniyor: “Kalk, cevap ver ey Abdullah!”
Abdullah, “Payıma düşen kumaş parçasını babama verdim.”
Sahabî, “Şimdi konuş, dinleyeceğim ya emire’l-mü’minîn!”
Ömer bin Abdülaziz halîfe olunca, halka ilk hitâbesinde şöyle dedi: “Hiç kimse bana körü körüne itaat etmeyecek. Allah’ın şeriatına uymayan emirlere de itaat yok. Ben sizin en hayırlınız değilim, sadece sizden biriyim...”2
Ancak hassasiyet göstermemiz gereken husus şudur: Sorgulamak, şeffaf yönetim istemek, hukukunu bilmek ve hak aramak başka bir şey; cerbeze ile tenkit etmek, hakaret etmek, hatta yalan ve iftira yapmak başka bir şeydir. Birincisi vazife; ikincisi zulüm ve günahtır!
Dipnot: 1- Münâzarât, s. 22.; 2- İbni Sa’d, Tabakatü’l-Kübrâ: 5334, (Prof. Dr. İbrahim Canan, İslâmda Çevre Sağlığı, s. 133.)
20.12.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|