Cezaevlerindeki nüfusun resmî rakamlarla yüzbinleri aşarak dolup taşması ve son yedi yılda otuz yılda biriken suçlu sayısının iki katı hükümlü ve tutuklunun ceza infaz kurumlarını doldurması, Türkiye’de toplumun mâruz kaldığı sosyal patlamayı açığa çıkarıyor.
Ve bu durum, “özgürlük” paravanında “ahlâkî aşınma”nın açık bir tezâhürü olarak karşımıza çıkıyor. Zira bütün dünyada, gençliği zıvanadan çıkarmakla toplumların, mânen çökertilerek kültürel emperyalizmin dayattığı tuzağa düşmeleri, ecnebilerin egemenlik ve çıkar projelerine göre pazarlanması, hep bu sinsî içten çökertme metodu ve maksadını taşıyor.
Maksat, insanlığı mânen tahrip etmek. Medya, sinema, tiyatro, opera ve bale gibi araçlarla toplumları ve bilhassa Müslümanları inanç ve ahlâkî çöküntüye uğratmak. Yayın ve kültür kurumlarıyla inanç ve ahlâkta kargaşa türetmek, milletleri mânen ümitsizliğe ve bunalıma sevketmek. Süflî arzuları uyandırıp sefâhetin zebûnu etmek. Ulvî, insanî duyguları dumura uğratmak…
Yetişkinlerde başıboş hevesleri telkin etmek; böylece Müslüman kalplerde ve kafalarda imân yerine şüphecilik tohumlarını ekmek; ve iman zaafıyla dinsiz felsefenin kültür ve kötü alışkanlıklarına, bağımlılıklara teşne hâle getirtmek…
MÜSTEHCENLİK VE ŞİDDETE
CİDDÎ SINIRLAMA…
Zira uluslararası sermaye, kitleleri sâdece tüketim aracı olarak görüyor. Bundandır ki “popüler kültür” perdesinde, televizyonlarda televole kültürü enjekte ediliyor.
Keza karmaşa içinde birbirinden kopuk kalabalıklardan oluşan şehirler, birbirinden habersiz, ilgisiz ve irtibatsız yabanî insanlar ve parçalanmış hayatlar ortaya çıkıyor.
Bu büyük plânın bir parçası olarak Türkiye’de ve İslâm dünyasında, “muhâfazakâr” bilinenlerin dahi “dünyevîleşme” yarışına katılıp bu tür sefîh kitlelere katılması, tehlikenin alârm zillerini çaldırıyor. En “mazbut” âileler bile bu “câzibedâr, sefîhâne ve sarhoşâne şâşaalı eğlencenin câzibesi”ne kapılıp çocuklar ve serseriler gibi ayak uydurmaya uğraşıyorlar.
Özellikle iletişim araçlarının gelişmesiyle, televizyon ve internetin yaygınlaşmasıyla dalga dalga cemiyeti, âileyi, gençleri ve çocukları saran tahribat, toplumu felç ediyor. Aklı başında insanlık çığlık çığlığa…
RTÜK İletişim Merkezine en fazla yerli dizilerdeki şiddet, sigara ve alkol görüntülerinden şikâyetler gelmekte. Buna ek olarak filmlerden reklâmlara kadar her fırsatta müstehcen görüntülere yer verilmekte. Başdöndürücü yerli ve yabancı dizi sağanağında ekranlarda çıplaklık ve müstehcenliği ön plâna çıkaran yayınlar, âile mahremiyetini tehdit etmekte.
Bunun çocuklarda ve gençlerde meydana getirdiği mânevî tahribatın devletin resmî kurumlarınca da itirafı, mânevî dejenerasyonun boyutlarını ortaya koymakta. Çocuklara yönelik yayın ve reklamlar dahi hassas ve körpe zihinlerin psikolojik gelişimlerini etkileyecek şekilde oynatılmakta.
Ne var ki “yolsuzluk iddiaları”na dalan başta RTÜK olmak üzere sorumlu merciler bütün bunları görmezden gelmekte. Sağlık Bakanlığı “sigara yasağı”nın peşine düşmüş; lâkin şans ve talih oyunları sömürüsü, umut tâcirliği yapan çekilişler, bizzat devletin resmî kurumlarınca, devletin güvencesinde yapılmakta.
Vesikalı kumarhanelerin ve online casinoların yıllık cirosu milyar doları aşmış. Tam bir “sanal tuzak” olan internet üzerinden kumar ve bahis oyunları devam ediyor. Tekel’in içki reklamları bütün pervasızlığıyla zihinleri zehirliyor. Ahlâk bozucu müstehcenlik ve şiddete hâlâ ciddî sınırlama ve müeyyide getirilmiş değil…
DİN VE AHLÂK DERSLERİNİN
İÇİ DOLDURULMALI…
Gerçek şu ki bu sürede tıpkı dışa bağımlı politikalarda olduğu gibi yine “değişim” terânesiyle inanç zâfiyeti içinde ahlâkî aşınmaya, kültürel yozlaşmaya karşı hiçbir ciddî tedbir alınmış değil. Kamuoyu “muhâfazakâr iktidar” ve “inanç değerlerine saygılı idâre” görüntüsünde âdeta avutulmakta. Hükûmet bütün bunlardan bigâne; çâre ve çözüm olarak problemleri sayıp dökümünü yapmakla oyalanmakta..
“Muhâfazakâr demokratlık” iddiasındaki siyasî iktidar, çoğu zaman önceki merkez sağ ve muhâfazakâr iktidarlardan farklı olduğunu göstermek adına, “modernlik” kompleksiyle “kadının özgürlüğü”ne kapıldı. “Gençliğin özgürlüğü”, istediklerini yapabilme ve hiçbir ahlâkî değer tanımama olarak algılandı, algılatıldı…
O denli ki “okullarda cinsel eğitim” türü ne olduğu belli olmayan “tedbirler” yine Batı’dan taklit edilen tarzıyla kopyalanmakta. Batı kültürü ve eğlence anlayışı telkin edilmekte. İlkokuldan lise ve üniversitelere kadar yaygın ve vazgeçilmez bir hastalık haline gelen yıl sonu ve mezuniyet baloları bunun bir örneği…
Oysa devletin bir an önce sözkonusu kültürel ve ahlâkî tahribatı durdurması şart. Öncelikle başta okullardaki din kültürü ve ahlâk bilgisi ile rehberlik dersleri olmak üzere, müfredatın içinin doldurulması, gençlerin ve çocukların hiçbir komplekse kapılmadan inanç değerlerine ve kültürlerine sarılmalarının sağlanması icâb ediyor.
Günübirlik, göz boyama şeklî düzenlemelerle değil, eğitim ve öğretimin muhtevasının maddeci felsefe yerine mânevî kültürle, Bediüzzaman’ın ifâdesiyle “imanın ve güzel ahlâkın dersleri”yle takviyesi gerekiyor…
Aksi halde “muhâfazakârlık” edebiyatıyla bir yere varılamaz; sosyal patlama daha da derinleşir…
20.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|