Başbakan, geçenlerde Türkiye’ye gelen AB heyetine, yakınlarda yaptırdıkları bir araştırmanın sonucundan hareketle, “Halkımızın yüzde 60’ı AB’yi istiyor” demişti.
Başında bulunduğu hükümetin dört yıldır AB reformları için kılını bile kıpırdatmamasına ve bu zaman zarfında insanları AB’den soğutmak için yapılan onca kara propagandaya rağmen bu sonucun ortaya çıkması başlı başına önemli.
Demek ki halk herşeye rağmen çıkış yolunu demokratikleşme ve AB reformlarında görüyor.
Bu noktada hayret verici olan şey, halkın bu tercihini gördüğü halde Başbakanın AB reformlarını hızlandırmak için harekete geçme ihtiyacını duymaması ve bunun işaretini vermemesi.
Bindiği dalı kesmekten farksız bir tavır bu.
Halkın talebini görmezlikten gelip hiçe saymak ve tam tersine adeta o talebi köreltme gayreti içine girmek, izahı kolay bir politika değil.
Bu durum ilk planda şunu düşündürüyor.
Demek ki, AKP yönetici kadrolarının genlerine işlemiş millî görüş saplantıları hiç değişmeden aynen devam ediyor. Zaman zaman seslendirdikleri “AB sürecinin gerekliliğini 28 Şubat’ta anlayıp içselleştirdik” sözlerinin ise samimiyetten uzak takiyye örnekleri olduğu ortaya çıkıyor.
Ya da AB uzmanı Cengiz Aktar’ın dediği gibi, AKP’nin nefesi buraya kadar yetti, süreci daha ötesine taşıyabilecek kuvvet ve tâkati kalmadı.
Hal böyle olunca, Erdoğan’ın bahsettiği araştırmaya göre Türkiye’nin AB’ye girmesini isteyen yüzde 60, 29 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde oy kullanırken bunu da göz önünde bulundurmak durumunda olacak gibi görünüyor.
Eğer AKP bu gerçeği bile bile AB sürecinde ipe un seren politikalarından vazgeçmezse, bu yüzde 60’lık seçmen kitlesinin sandık başında ona göre davranmasını beklemek yanlış olmaz.
Gerçi, bilhassa yerel seçimdeki oy tercihlerini belirleyen başka birçok faktör de var. Ama önümüzdeki yerel seçimin, bunlardan da etkilenmekle beraber, genel sonuçlar üretebilecek bir istidat kazanmakta olduğunun işaretleri artıyor.
12 Eylül sonrası 1983’te yapılan ilk genel seçimden yüzde 45 oyla çıkıp, ikinci seçimde 36’ya düşen ve 1989’daki yerel seçimde de yüzde 21.75’e gerileyen ANAP’ın yaşadığı serencamın bir benzeri, AKP için de tekrarlanabilir.
29 Mart seçiminin, yeni yılın ilk altı ayında derinleşeceği Başbakan tarafından da ikrar edilen bir kriz ortamında yapılacak olması, özellikle AKP açısından dramatik sonuçlar getirebilir.
Eğer AKP bu durumu gerçekçi ve akılcı bir yaklaşımla değerlendirirse, yapacağı ilk ve en önemli iş, dört yıldır ara verdiği AB reformlarına yeniden dönmek ve hem bilhassa kapatma dâvâsında çıkan kararın tıkadığı siyaseti bu yolla yeniden, olabildiğince açmaya çalışmak, hem de bütün kasvetiyle üzerimize çökmeye hazırlanan ekonomik krizin etkilerini mümkün olduğu ölçüde hafifletme gayreti içine girmek olmalı.
O yapmıyorsa, muhalefetin AB sürecine samimiyetle sahip çıkması lâzım. Gerçi muhalefetin Mecliste temsil edilen iki ayağı olan CHP ve MHP’den böyle bir sahibiyeti beklemek hayal. Çünkü aynı kökten beslenen bu iki partinin AB sürecine bakışı gerek ideolojileri, gerekse seçmen tabanları itibarıyla, “Türkiye AB’ye girmesin” diyen kesimin beklentisine uygun nitelikte.
Kararlı ve ısrarlı bir AB karşıtlığı içindeki kesimin yüzdesi, sanırız, aynı görüşü paylaşan diğer küçük partilerle birlikte, CHP ve MHP’nin oy oranlarının toplamına tekabül ediyor olmalı.
Bu durumda şöyle bir sonuç ortaya çıkıyor:
Şu anda toplumun yüzde 60’ının benimsediği AB hedefi, siyaset arenasında sahipsiz vaziyette. Dolayısıyla, inandırıcı bir tavır ve üslûpla bu hedefe sahip çıkacak bir partinin toplumdan destek bulma şansı bir hayli yüksek görünüyor.
Siyasetteki bu boşluğu doldurup seçmen ekseriyetinin talep ve beklentilerine cevap verebilen, sürpriz bir çıkış yaparak yükselişe geçebilir.
19.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|