Merhamet, şefkat, nezaket ve nezahetin kaynağı İslâmiyet; şiddete, zorbalığa asla müsaade etmez. Bilâkis istibdadı, baskıyı, zorbalığı ortadan kaldırmak, insan hak ve hürriyetlerini ihyâ etmek için gelmiştir. Nitekim, Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye baştan ayağa insan hak ve hürriyetleri, hatta hayvan, hatta eşya hakları manzumesidir.
Din, iman, düşünce ve vicdan hürriyeti, isanlığın temel hakkıdır. Bu hak nasıl ihyâ edilecektir? Cihad-ı mânevî ile… Yalnız Kur’ân ve imanın hakikatlarıyla... Bediüzzaman’ın tesbitiyle bu zamanda mücadele silahla, kılıçla, kuvvetle değil; ilimle, fikirle, berâhin-i kâtıa (İslâmın kesin delilleri) ile olmalı. Günümüz insanının dinî lakaydlığına karşı koyabilmek ancak mânevî kılıç hükmündeki Kur’ân’ın mu’cizevi nurlarıyla mümkün.1
İşte bu uğurda yapılacak çalışmaların şekli, “cihad-ı mânevî”dir. Yani, fen/sosyal (modern) ve mânevî ilimlerle donanıp gelişmenin en müthiş düşmanı olan cehalet, fakirlik ve fikrî ihtilâfa karşı verilen mücadeledir.
İşte Risâle-i Nur, “ilhamını doğrudan doğruya Kur’ân’dan alarak” önce İslâmın temel boyutu olan imanın esaslarını, sonra ibadetleri, ukubat (ahirete dair meseleleri), ardından da ahlâk ve hayat meselelerini ispat ve izah eder. Cihâd-ı mânevînin stratejilerini belirler ve iki müspet hareket üzerine bina eder:
1- “Bu acib zamanda, imanı bulunan ve hattâ fırak-ı dâlleden (İslâmdan sapmış gruptan) bile olsa onlarla uğraşmamak; ve Allah’ı tanıyan ve âhireti tasdik eden Hıristiyan bile olsa, onlarla medar-ı nizâ noktaları medar-ı münakaşa etmemeyi; hem bu acib zaman, hem mesleğimiz, hem kudsî hizmetimiz iktiza ediyor...”2
2- Bu cihadın asıl ve en birinci hedefi ahlâk-ı Ahmediye (asm) ile tahallûk ve sünnet-i Nebeviyeyi ihyâ ve başkalara da muhabbet ve eğer zarar etmezse nasihat etmektir. Kılınçları da berâhin-i kâtıadır (akla, mantığa, ilme uygun kesin deliller). Zîra, medenîlere galebe çalmak ikna iledir, icbar ile değildir.3
Yani, önce nefis terbiye edilmeli. Sevgi, ihlâs, şefkat, yardım, diğergamlık, fazilet gibi güzel ahlâkî hasletlerle donanmalı. Düşmanlık, nefret, öfke gibi şiddet duygularından arınmalı. Cihad-ı mânevîde, îman hizmetinde tam bir ihlâs; bunun için de âsâyişi, düzen ve huzuru muhafaza etmekle sabır ve tahammül gerektir.4 Bunun için, “Mesleğimiz tecavüz değil, her zaman müdafaadır” denmiştir. Böylece, geliştirdiği manevî cihadda, asıl vazifenin hizmet olduğunu, neticenin Hâdî-i Mutlak olan Allah’a ait bulunduğunu tekrar tekrar vurgular.5
Günümüzde, Risâle-i Nur kültürünü özümseyenlerin en önemli görevi de, muhabbet fedailiğidir; düşmanlık değil. Bediüzzaman, dâhildeki cihada, yani, Müslümanlara hizmette, cihad-ı mânevîyi öngörür: Mânevî tahribata karşı çalışmaktır ki, maddî değil, mânevî hizmetler lâzımdır. Günümüzde inançlı insanları, çok yönlü düşünüp toplumun ve insanlığın huzur ve güveni için asla anarşiye girmemek ve toplumun huzurunu bozacak davranışlardan kaçınmak için müspet hareket etmeye çağırır.6
Müslüman olmayanlara karşı cihadı, “kılıç”yerine, ilmi, fikri, kesin aklî delil ve belgelere dayalı mücadeleyi esas alır:
“Cihad-ı hâricîyi Şeriat-ı Garra’nın berâhin-i kâtıasının (kesin aklî delillerinin) elmas kılınçlarına havale edeceğiz. Zîra, medenilere galebe çalmak ikna iledir; söz anlamayan vahşîler gibi, icbar ile (zorla) değildir. Biz muhabbet fedaileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.”7 Bizim en büyük düşmanımız cehalet, zarûret, fikir ihtilâfıdır. Bu üç düşmana karşı sanat, marifet, ittifak silahıyla cihad edeceğiz.8
Tecavüz etmeyen düşman veya ecnebilere karşı, yine “maddî” kılınç değil, İslâmın parlak “bürhan, delil kılıncının” kullanılmasını tavsiye eder. Yani, radikal söylemler, şiddete dayalı bildirimler asla İslâmın tasvip etiği şeyler değildir.
Diğer taraftan maddi mücadele, maddî gücü gerektirir. Müslümanlar ise, fen, tenik ve teknolojiden mahrumdur. Ayrıca şiddet, şiddeti doğrur. Bu da maddî gücü üstün olanlara mağlup olmak demektir.
Bediüzzaman, bunun için “Aslah (en iyi) yol musalahadır” diyerek, silâhlı mücâdele bir yana, şiddete dayalı bir metodu asla tasvip etmemiş, daima barış yolunu tercih etmiş, daima nezaket ve nezaheti, müspet hareketi teşvik etmiş ve bunu fiilen de göstermiştir. Zaten bu, “Peygamberlerin vazifesi ancak tebliğdir”9 hakikatiyle tam olarak örtüşüyor.
Dipnotlar: 1- Said Nursî’nin Tarihçe-i Hayatı, s. 131., 2- Kastamonu Lâhikası, s. 186., 3- Tarihçe-i Hayat, s. 58-59., 4- Şuâlar, 200., 5- Emirdağ Lâhikası, s. 455., 6- Emirdağ Lâhikası, s. 458., 7- Tarihçe-i Hayat, s. 52., 8- Tarihçe-i Hayat, s. 57., 9- Kur’an, Mâide 99, Nûr 54.
25.12.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|