Avrupa ile Asya arasında köprü ve Batı ile Doğu arasında her yönüyle olumlu bağlantılara vesile olma istidadında ve konumunda olan Türkiye’nin, aynı zamanda hakim güçlerin menfi emellerine alet edilme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır. Böyle bir ülkede sosyolojik, kültürel, ekonomik, siyasî ve daha birçok alanda hızlı değişimlerin olması gayet tabiîdir ve de kaçınılmazdır.
Bunu, gelip geçici siyasetlere, partilere ve iktidarlara bağlamak da doğru olmasa gerektir. Demokratik parlamenter siyasî iradeye, sadece devraldığı dümeni iyi ve ustaca kullanmak düşer. Bilhassa çok partili parlamenter sisteme geçildiğinden bu yana, darbelere, hain dolaplara ve engellemelere rağmen, birçok alanda müsbet mesafeler alınmıştır. Gelişmeler ve değişimler karşısında her zaman direnen bir statükonun ve bazı derin mahfillerin varlığı da inkâr edilemez. “Türkiye değişiyor” tezini, “galiba” diyerek tereddütle takdim etmemiz de bu yüzdendir. Ama korkunun ecele faydası olmadığı gibi, her türlü engellemelerin de, değişim rüzgârı ve şelâlesi karşısında fazla bir ömrünün kaldığı söylenemez.
Daha düne kadar, kadınların örtünmesini çağdışı ve laikliğe aykırı bulan ve olur olmaz sebeplerle irticaya karşı yürüyüşler tertipleyen çevrelerin de büyük ölçüde reylerini alan bir partinin, bugün örtülü hanımlara, hatta çarşaflılara sempatik davranması ve parti kapılarını onlara da açması, nasıl yorumlanırsa yorumlansın, aslında bazı tabuların tamamen kırılacağının, bilhassa Türkiye’de irtica tehdidi olmadığının artık herkes tarafından kabul göreceğinin işaretlerini veriyor.
Bütün dünyayı kuşatan bu değişimin “evrensel” bir boyutu vardır. Hiç şüphesiz bu değişim; medeniyetin, hoşgörünün, genel barışın ve tüm insanlığın yararı istikametindedir. Barış planlarıyla çelişen savaş planlarının ve silâhlı eylemlerin geri teperek sahiplerinin başlarını yemeleri, dinozorları ve diktatörleri ortadan kaldırmaları; barış dünyasının duâsı ve temennisidir.
Tüm insanlığı kucaklayan barış ve beraberlik projelerini millî, ırkî, dinî ve bölgevî bağnazlıklarla baltalamaya kalkışmak; çağdışılığın ve yobazlığın yeni versiyonlarıdır.
İnsanın yüreğini serinleten, içini ferahlatan ve göz kamaştıran bu “global” aydınlık karşısında gözlerini kapayanlar, yarasa tabiatlılardan başka kimler olabilir?
Kâinatın ve dünyanın ömrüne, kıyamet vaktinin izn-i İlâhî ile geciktirilmesine ve insanlığın genel barışına yönelik olan bu fıtrî değişimler; hükümetlerin, siyasetlerin ve dünya sahnesinde “arz-ı endam” eden büyük kafaların marifet ve becerileri şeklinde izah edilemez.
Türkiye’nin mevcut hükümeti de, böyle aydınlık ve küresel gelişmelerin kucağında kendisini bulmuştur. Gelişmeler karşısında onlara “Ben falan görüş gömleğimi çıkarttım” dedirten de, dünyadaki bu “evrensel” değişim sürecidir. Ve herşeye rağmen iktidar koltuğunu muhafaza derdidir. Yoksa o görüşün geçersizliği ve tutarsızlığı, on yıl önceki iktidar denemelerinde ortaya çıkmıştı zaten.
Bugün bu iktidarın yerinde demokrat misyonun gerçek sahipleri olsaydı, herhangi bir gömleği çıkartmaya gerek görmeden, belki bu kadar çok engellere de maruz kalmadan yoluna devam edebilecekti. Bu misyon hâlâ mevcuttur ve milletin sinesindedir. Asıl olan da millettir ve millet iradesidir. Yeter ki millet iradesini askıya alacak baskılar, darbeler, gizli komiteler ve devlet adına dolaplar çeviren çeteler artık tarihe karışsın. Yeter ki millete ve milletin önüne konulan seçim sandıklarına güven duyulsun. Ve yeter ki milletin hür iradesi hile ile, medya oyunlarıyla, göz kamaştıran veya göz boyayan geçici menfaatlerle sabote edilmesin.
Gerek iktidar kanadının, millet hayrına olan bazı proje ve düşüncelerini gerçekleştirememesini, gerek muhalefetin şaşkın bocalayışını, gerekse Meclis dışı muhalefetin geleneksel ve statükocu tutumlarını; demokrat misyona yakın bir gelecekte vazife düşeceğinin ipuçları olarak görmek hiç de “hayalcilik” olmasa gerek.
Evet, şimdi değişme sürecinde olan ve yakın bir gelecekte tam değişmiş ve gelişmiş bir Türkiye’nin iktidarına, “Biz değiştik, biz demokratız” diyenlerden ziyade, kendisini “asimile” etmeden, özünde ve misyonundaki aslî uygunlukla, dünyadaki değişime tam uyum sağlayabilecek olan demokratlar yakışır.
En güçlü zamanında bile milletin beklentilerine cevap veremeyen mevcut hükümetin, bilhassa kapatılma dâvâsına maruz kaldığından bu yana—sonuçta kapatılmasa bile—bundan böyle başarılı icraatlar yapamayacağı kesinlik kazanmıştır. İçerde çözüm bekleyen bir yığın gayri insanî ve antidemokratik uygulamaların bertaraf edilmesinin artık bir başka bahara kaldığı kesin gözüküyor. Yeni sivil anayasasıyla, milletin yüreğine su serpen icraatlarıyla güçlü, kararlı ve iradeli iktidarlara her zamankinden daha çok ihtiyaç vardır.
Son zamanlarda yeniden azan terör ve tehdit unsuru olmaya devam eden ekonomik kriz ve işsizlik gibi meseleler de, yeni ve daha güçlü iktidarlara adeta davetiye çıkarıyorlar. Öyle görülüyor ki, 2009 yılı baharında yapılacak olan mahallî seçimler bu hususta önemli ve belirgin ipuçları verecektir. Muktedir olamayan iktidarların ömürleri kısa olmalı. Ne kadar uzatılmasına çalışılırsa ülke o kadar çok zarar görür. Sun’î yaptırımlarla direnenlerin, er veya geç emaneti hakikî sahiplerine—milletin reyleriyle—teslim etmekten başka çareleri kalmaz. Görünen o ki, yine öyle olacaktır.
Bu gerçeği, Avusturya’da, Avrupa Birliğinin ortasında yaşayan biri olarak daha iyi fark edebiliyorsak; bunun yadırganmasını yadırgarız.
25.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|