En azından her on beş günde bir defa okumamız tavsiye edilen İhlâs Risalesi’nde, Hz. Ali’nin (r.a.) “o mucizevari kerametiyle” ve Hz. Gavs-ı Âzam’ın (k.s.) “o harika keramet-i gaybiyesiyle,” ahirzamandaki Kur’ân hizmetkârlarına, hizmetlerinin ruhunu ve özünü teşkil eden ihlâs sırrına binaen iltifat ettikleri, himayetkârane tesellî verip hizmetlerini manen alkışladıkları ifade edilerek şöyle deniliyor:
“Hiç şüphe etmeyiniz ki, bu teveccühleri ihlâsa binaen gelir. Eğer bilerek bu ihlâsı kırsanız, onların tokadını yersiniz.” (Lem’alar, s. 166)
Maneviyat âleminin bu iki kutbu, ahirzamandaki talebelerine asırlar ötesinden verdikleri mesajlarda müşfik uyarılarda da bulunuyorlar.
Hz. Ali’nin (r.a.) bu gaybî mesajları da içeren eşsiz münâcâtı Celcelûtiye’de yaptığı tavsiyelerden birini Bediüzzaman “(O tarihe) yetişirsen, Mevlâ-yı Azîminden, o zamanın ve asrın fitne ve şerlerinden muhafazanı iste ve yalvar” ifadesiyle dikkatlerimize sunuyor. (Sikke-i Tasdik, s. 108)
Gavs-ı Âzam İmam-ı Geylânî’nin (k.s.) bununla örtüşüp onu tamamlayan mesajı da “Ahirzamanın fitnelerine yetişip düştüğün zaman, benim dua ve himmetimi kendine vesile ve şefaatçi yap” cümlesiyle ifade ediliyor. (a.g.e., s. 146)
Başta da vurguladığımız gibi, böyle bir zamanda Risale-i Nur’la Kur’ân’a hizmette istihdam edilme nimet ve mazhariyetine erişenlerin, hep arkalarında hissettikleri İlâhî inayetin birer tezahürü olarak, asırlar ötesinden gelen bu manevî himaye ve mazhariyete liyakatlerinin en önemli ve öncelikli şartı, ihlâs sırrını yakalamak.
İhlâsın birinci şartı ise, yalnızca ve münhasıran Cenâb-ı Hakkın rızasını hedef yapmak; amel, ibadet ve hizmetlerde bundan başka hiçbir mülâhazaya mahal ve geçit vermemek. Bunu başarabilen ve birbiri ardı sıra gelecek çetin imtihanlarda koruyabilen, “mutlu son”a ulaşır...
Ama imtihanların kolay olmadığı bir vâkıa.
Hayatımız boyunca ince eleklerden geçirilip, “Altın mı, bakır mı?” sınavlarına tâbi tutulacağımızı bilerek ve bu sınavları kolaylaştıracak ölçülere sarılarak yola devam etmemiz gerekiyor.
Söylendiği zamanda yaşanan dehşetli hadiselere atıfla geçen yüzyıl için yapılan “helâket ve felâket asrı” nitelemesini (Tarihçe, s. 117) ahirzamanın tamamı için de geçerli bir ifade olarak yorumlamak ve kullanmak yanlış olmasa gerek.
Geçmiş ümmetlerin dehşetinden titreyip Allah’a sığındığı bu zamanın fitne ve şerlerinden korunabilmek, tahkikî iman temelinde çok sağlam bir istinadgâha dayanmayı gerektiriyor.
O istinadgâh ise, “Bu hasta ve gaddar ve bedbaht asrın belâ ve vebasından, zulüm ve zulmetinden en mücerreb (tesiri tecrübeyle sabit) bir kurtarıcı” olan Risale-i Nur’un “mizanları, muvazeneleri ve neşrettiği nur.” (Kastamonu, s. 48)
Bu dehşetli zamanın en tehlikeli tuzaklarından biri olan “dünyayı dine ve ahirete tercih” hastalığına karşı ne yapılması gerektiğini ifade eden şu satırlar da aynı mânâları terennüm ediyor:
“Bu acîb asrın bu acîb hastalığına ve dehşetli marazına kaşı Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyanın tiryak-misal ilaçlarının nâşiri olan Risale-i Nur dayanabilir ve onun metîn, sarsılmaz, sebatkâr, hâlis, sâdık, fedakâr şakirtleri mukavemet edebilir.
“Öyle ise, herşeyden evvel onun dairesine girmeli; sadâkatle, tam metânet ve ciddî ihlâs ve tam itimad ile ona yapışmak lâzım ki, o acîb hastalığın tesirinden kurtulsun...” (a.g.e., 74)
Bu bahsi, Hz. Geylânî’nin müşfik mesajlarını nakleden Üstadın şu çağrısıyla tamamlayalım:
“Şu Üstadımız, bizi istikbalde (...) düşünüp bizimle meşgul olurken, biz o mazide mevcut ve nur perdeleri içinde Üstadımızı ve Üstadımızın üstadı ve ceddi olan Fahrü’l-Âlemîn (a.s.m.) Efendimizin teveccühlerinden gaflet etmek, onlara istinad etmemek lâyık mıdır? Madem onlar bizi düşünüyorlar; biz de bütün kuvvet ve ruhumuzla onlara itimad edip ve emirlerine bilâkaydü şart itaat etmeliyiz.” (Sikke-i Tasdik, s. 134)
28.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|