Son dönemlerde ön plana çıkan en önemli problem gelecek endişesi gibidir. Özellikle ekonomik açıdan yaşanan sıkıntı sebebiyle insanların gelecek konusunda hissettiği belirsizlik ciddî psikolojik sıkıntılara yol açmaktadır. Tam da bu noktada belki belirliliğin anlamsız bir arayış olduğunu ve aslında geleceğini garanti altına almanın Âlemlerin Rabbi’ne sığınmak dışında hiçbir şekilde mümkün olmadığını anlamamız gerekiyor. Artık varlık madde planında yapılmış tanımların dışında algılanmalı ve gerçeğin tanımında mânâ boyutu önemle nazara alınmalıdır.
İnsanlık âlemi olarak topyekûn kabul ettiğimiz iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin şeklindeki varlık kategorileri toplumun kültür yapısı, tarih boyunca oluşan bilgi birikimi, genetik faktörler, çevre ve iklim şartları gibi pek çok unsurdan etkilenmektedir. Hangi dil kullanılırsa kullanılsın, şuur altlarında ve ruh boyutunda yaşananlar her insan topluluğunda aynı gibidir. Bu yüzden anlayışı ne olursa olsun, hangi dili kullanıyor olursa olsun bütün insanlar hatta bir ileri boyutunda bütün varlıklar duygu boyutunda anlaşabilirler. Bu anlamda varlık âlemi de duygu yüklü mesajların alınıp verildiği bir iletişim sahnesi gibidir.
İnsanın yeryüzüne gönderilmesinde ve varlık âleminin yaratılmasında gözetilen temel maksadın sonsuz bir güzelliğin varlıklar şeklinde ifade edilmesi ve şuur boyutunda yansıtılması sırrı olduğu yine varlık ve şuur arası iletişimden anlaşılmaktadır. Bu anlamda ferdin ve ferdin de bir parçası olarak içinde var olduğunu algıladığı varlığın anlamlandırılması ve yine bu ikili bağlantının temel meyvesi olarak ortaya çıkmaktadır. Bu cümleden olarak tarihin farklı dönemlerinde farklı varlık algıları ve kimlik tanımları ortaya çıkmıştır.
Son zamanlarda sıklıkla modern tıbbın bütün teknolojik gelişmelere rağmen yetersiz kaldığı noktalar ve buna karşılık gelişen alternatif metotlar gündeme gelmektedir. Bütün tartışmalarda ortaya çıkan sonuç pozitif bilimlerin ve varlığı sadece maddî boyutu ile algılayan yaklaşımların eski hükümranlığını ve tartışmasız hakimiyetini kaybetmesidir. İnsanlık artık daha kuşatıcı, madde yanında mânâyı ihmal etmeyen bütüncül (holistik) varlık izahı arayışı içine girmiştir.
Tarihi boyunca insanlık, varlık âlemini ve kendi benliğini anlamak ve anlamlandırmak konumunda ve çevresindeki işleyişlerle iletişim halindedir. Varlık âlemi ile ilgili farklı zamanlarda ortaya konan farklı yaklaşımlar insan hayatı ile ilgili her şeyi ve tabiî olarak kendi canlılığı, hayatı ve sağlığı ile ilgili problemleri çok yakından etkilemektedir. Kendini algılama şekli varlığı algılama şeklini ve varlığı algılama şekli bedeni ile ilgili problemleri algılama şeklini etkileyecektir. Bu anlamda sağlık problemleri varlık probleminden bağımsız olarak ele alınamaz ya da alınmamalıdır. Modern çağlara ve Rönesans sonrasına kadar tıp, felsefe ve dinlerin iç içe oluşu ve birbirlerini yakından etkilemeleri bu yönüyle olumlu bir uygulama olarak kabul edilmelidir. Ancak yaşanan bazı problemlere getirilen radikal çözümler bunların arasının iyice açılmasını ve olumlu ve olumsuz bütün etki alanlarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurmuştur.
On dokuzuncu yüzyılın ön planda tutulan felsefî yaklaşımları pozitivizm, determinizm, sekülerleşme gibi kavramların etrafında şekillenmiştir. Bu çerçevede algılanan bir varlık âleminde bilim mutlak hükümranlığını kurmuş ve her şeyin şekillenmesindeki temel güç olarak algılanmıştır. Sanayi ve teknolojideki baş döndürücü gelişmeler ve bilimin varlığa mutlak anlamda hükmedebileceği intibaını veren uygulamalar bilimin tahtını iyice sağlamlaştırmıştır. Artık varlık, maddî plana sınırlı ve analitik yaklaşım içinde parçalara ayrılmış ve her parçanın kendi iç bütünlüğü dışında parçalar arası bağlantının göz önüne alınmadığı bir tarzda algılanır olmuştur. Pozitivist düşüncenin bu güçlü gelişi daha önceki dönemlerin bilgi birikimini bir anda silip atıvermiş ve kendi tanımladığı varlık dünyasını tanımları ile uyuşmayan geçmiş dönemlere ait bilgileri değişik suçlamalarla reddetmiştir.
Bilim o kadar kendinden emin ve analiz ederek parçalara ayırarak tanımladığı madde konusundaki bilgilere o kadar güvenmektedir ki, artık son noktaya geldiği düşünülmüştür. Bu güçlü rüzgâr yirminci yüzyılda da etkilerini belirgin şekilde hissettirmekle birlikte bu yüzyılın başlarından itibaren pozitivist bakışın ve bilimsellik adı altında maddî âleme ve laboratuvara sınırlı varlık anlayışının tahtı sarsılmaya başlamıştır.
Fiziğin geldiği yeni noktada her an yeni bir değişimin gerçekleştiği hiçbir şeyin kararlı ve bütünden bağımsız olamadığı bir varlık anlayışı atom içi âlemin keşfi ile maddî dünya anlayışını sarsmıştır. Parçaların bütünü meydana getirdiği düşüncesi yerini her bir parçanın ayrı bir bütün olduğu düşüncesine bırakmıştır. Her bütün, bütünlerin toplamı içinde yine onlarla da bütünleşerek yer almaktadır. Çok küçük zaman dilimlerinde çok hızlı değişimlerin yaşandığı, her şeyin her şeyle irtibatlı olduğu ve bu irtibatın akıl almaz ölçülerde kısa zaman dilimleri içinde kurulduğu yeni varlık tablosu kaos, belirsizlikler şeklinde ifade edilen kavramları âlemimize taşımıştır. Artık varlığın bütünü sebep-sonuç ilişkileri kurularak geleceğin belirlendiği determinist yaklaşımdan çok uzaklaşmıştır. Bilimin kendine aşırı güvenen bir eda ile “Olmaz” ya da “Olur” şeklinde ortaya koyduğu hükümlerden pek çoğunun bir anlamı kalmamıştır. Bilinemezlikler, belirsizlikler, ihtimaller daha ön plana çıkmış ve yeni dönemin varlık algısı köklü değişikliklere uğramıştır.
Bütün bunlar önümüzdeki dönemlerde madde ve mânâyı birlikte alan, insanı ve hayatı bütün yönleri ile değerlendiren yaklaşımların gelecekte hakim olacağının işaretleri gibidir. Gelecekte teknoloji, silâh ve paranın değil; sevginin, inancın ve maneviyatın hakim olacağı artık görünür hale gelmiştir. Daha önce maddî âlemi kendi iç dinamikleri ile algılayıp bütün işleyişi bu alana ve bu alanın kendi algıladığı şekline sınırlı zanneden insanlık ve bilim eşyayı tanıdıkça önüne çıkan baş döndürücü manzara karşısında acziyetinin farkına varmış ve varlık âleminin işleyişini kendi keyfine göre şekillendirme hevesinden vazgeçmiş gibidir. Geçtiğimiz dönem bilgi çağı oldu ve insanlar bilgi ile eşyaya hakim olmaya ve varlığa hükmetmeye çalıştılar. Ancak bilgi arttıkça varlığın mükemmel ve kompleks işleyişi karşısında hissedilen acziyet hissi de arttı. Bu durum insanlığın kollektif şuurunu içe ve duygulara yöneltti. Gelecek dönem ise duygu çağı olacağa benzer. Bu dönemde artık varlık yalnızca okunacak ve anlaşılmaya, oluşturduğu duygular yaşanmaya çalışılacak gibi. İnsanlığın bundan sonraki istikameti mânâlar ve duygular âlemi şeklinde gözleniyor. O halde yakın bir gelecekte maneviyat hakim olacak ve maddî alan bu anlamda insanlığa yüz çevirecek gibidir. Maddenin katılaştırdığı bakış açıları yine maddenin tokadı ile istikametine yöneldiğinde artık insan gerçek insaniyetini bulmuş olacak ve aslına yönelecektir.
Endişe-i istikbal şu an dünya insanlığını kasıp kavurmakta ve maddî kayıplar fertleri intihar noktasına getirmektedir. Gelecekten endişe etmemenin tek yolu ise onu asıl Sahibi’ne emanet etmektir. Bu noktada insan kula dönüşür ve gerçek insaniyete kavuşur. Hayatı ve parayı Veren’i bulur. O’na dayanmak ve varlığın gerisinde O’nun sonsuz sevgisini hissetmekle bütün sıkıntı ve huzursuzluklardan arınmış bir ruh hali ile problemlerine çözüm arayışı içinde olur. Kalbi daralmaz, ruhen bunalmaz, bir duâ ve Rabbi’nin fıtrî şeriat kurallarına itaat arayışı içinde hep çözüm yolunda olur. Bu duygularla artık geleceğini Rahman ve Rahim olana emanet etmenin eminliğini yaşar. Geleceğinden emindir.
29.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|