İsrail’in Gazze’ye saldırıp yüzlerce kişiyi katlederek bir defa daha Filistin’i kan gölüne çevirmesi, Türkiye-İsrail ilişkilerini yeniden gündeme getirdi.
Gün ortasında özellikle okulların dağılış saatinde yapılması ve başta polis mezuniyet töreni alanı olmak üzere evleri, pazar yerlerini, insanların ve âilelerin toplu bulundukları yerleri hedef alıp karadan, denizden ve havadan vurulması, yine çocuk ve kadınların katledilmesi, İsrail’in bu katliâmı bile bile yaptığını ortaya çıkarıyor.
İki yıldır kuşatma altına alıp su, elektrik ve her türlü gıda maddesi geçişini yasaklamakla ekonomik ambargo uygulayan İsrail’in iki gün öncesinde göstermelik kapıları açmasının ardından, üstelik Yahudilerin iş yapmalarının “haram” olduğu Cumartesi günü bütün dünyanın gözü önünde füzelerle yaptığı soykırım, belli ki İsrail’in vazgeçemediği bir “karakteri.” Yüzlerce Kur’ân âyetinin Yahudilerin yeryüzünde çıkardığı bozgunculukla en son Filistin sahnesinde bu tînet açıkça sergileniyor.
Ve bu “karakter”, Bediüzzaman’ın tefsiriyle Kur’ân’ın açıkça haber verdiği vecihle, “Mahrum kaldıkları ve dâimâ zulmünü gördükleri hükümetlerden ve gâliplerden intikamlarını almak için her çeşit fesâd komitelerine karışan ve her nev'î ihtilâle parmak karıştıran Yahudi milleti”nin, Kur’ân’ın ifâdesiyle “yeryüzündeki fesadı ve kan akıtması” olarak sahneleniyor. Zira “şu milletin seciyelerinde ve mukedderâtında münderîc olan (yerleşmiş olan) müthiş desâtir (düsturlar) içindir ki Kur’ân onlara karşı pek şiddetli davranıyor. Dehşetli sille-i te’dib (terbiye etme tokadını) vuruyor” hakikatini ortaya çıkarıyor. (Sözler, 366-367
DEMEÇLER NETİCE VERMİYOR…
Ne var ki bu katliâma karşı, demeçler bir netice vermiyor. Başbakan Erdoğan’ın aracılık ettiği “Suriye-İsrail barışı” için hafta başı Ankara’da görüştüğü İsrail Başbakanı Olmert’le yapmayı düşündüğü telefon görüşmesinden vazgeçtiğini söyleyip, “Bu bize de saygısızlıktır, biz şu veya bu ülke değiliz” demesi, kuru bir kınamadan ibaret kalıyor.
Keza Cumhurbaşkanı’nın, son saldırıyı “sorumsuzluk” olarak yorumlayıp “yeni Amerikan yönetimine zorluk çıkaracağını ve bölgeyi istikrarsızlığa sürükleyeceğini belirtip “barışa darbe” olarak nitelemesi, fazla bir şey ifâde etmiyor.
Belli ki Nil’den Fırat’a uzanan “büyük İsrail” hülyâsıyla Osmanlılardan sonra dünyanın dört bir yanından gelip Filistin topraklarını işgal edip gasbeden işgalci Yahudiler, bütün bölgeyi ateşe vermek pahasına benzer katliâmları yapacaklar. İsrail kuvvetlerinin en ağır silâhlarla, tanklarla, toplarla işgal ve zulümden kaçan çocuk, kadın ve yaşlıların toplandığı mülteci kamplarını basarak katletmesi, bunun açık bir göstergesi.
Bu olmadığı gibi son da değil. “Kasab” lâkablı Şaron’un Sabra ve Şatilla mülteci kamplarına bizzat yaptığı saldırılarla yüzlerce mâsum insanı katletmesi, bunun yaşanmış acı örneklerinden…
Bundandır ki basit ve cılız kınamalar, Amerikan yönetimlerinin bu tür katliâmlarda bile Filistinlileri “suçlu” bulup İsrail’in kendini “savunma hakkını kullandığını” fütûrsuzca açıklayıp kayıtsız şartsız destekleyerek şımarttığı İsrail’i vazgeçiremez.
Artık İsrail’in de alışık olduğu ve hatta cür’et aldığı lâftan öteye geçmeyen “kınamalar yerine, başta Türkiye olmak üzere bölge ve Müslüman ülkelerin ciddî tedbirlere ve yaptırımlara başvurması gerekiyor. Aksi halde İsrail bu tür barbarca eylemlerine devam edecek; bütün dünyanın ve birbuçuk milyarı aşkın İslâm âleminin gözü önünde sistemli bir şekilde sürdürecek, daha da şımaracak…
ANLAŞMALAR ASKIYA ALINMALI…
Evvela İsrail’el işbirliği içinde olan Mısır, Körfez ülkleri, Suudû Arabistan ve diğer Arap ve Müslüman ülkelerinin, yaptıkları siyasî, ekonomik ve askerî anlaşmaları en azından askıya almaları ilk adım olabilir. Bölge ülkelerinin etkin politikalarla açık tavır ve ikaz içinde olmaları lâzım.
Ve Türkiye’nin 28 Mart 1949’da resmen İsrail’i tanımasından sonra Ankara’nın Telaviv’le yaptığı bütün siyasî, ekonomik, ticarî ve savunma-askerî işbirlikleri anlaşmalarını gözden geçirmesi gerekiyor.
Meselâ AKP hükümetinin İsrail’el yaptığı “Ekonomik Mutabakat Zaptı” çerçevesinde, GAP ve KOP’u içine alan sulamadan tarıma, telekomünikasyondan araştırmaya, turizmden havancılığa kadar topyekûn iktisadî işbirliklerini iptal etmeli. İsrail’in bu tür katliâmlara devam etmesi halinde öncelikle askerî ve savunma işbirliği ve anlaşmalardan başlanarak, yapılan bu tür mutabakatları hiç olmazsa rafa kaldırmalı. Öncelikle İsrail’den “istihbarat için” alınan insansız casus uçağı Heronların alımını ve tank modernizasyonu gibi anlaşmaları durdurmalı.
Oysa Ankara hâlâ İsrail’le siyasî anlaşmalara devam ediyor; silâh, petrol ve doğal gaz anlaşmaları duruyor.
Meselâ 16 Mart 2006’da Türkiye ile İsrail arasında, Enerji Bakanı Hilmi Güler ile İsrail Devlet Doğal Altyapılar Bakanı Benjamin Beneliezer arasında, sessiz sedasız imzalanan, Karadeniz’i Kızıldeniz’e bağlayarak Rus petrol ve doğal gazını Ortadoğu’ya aktaracak, Uzakdoğu pazarına ulaştıracak ve İsrail’e elektrik ve su taşıyacak boru hattı inşası projesi, derhal askıya alınabilir. Sözde yalnızca iki ülke ilişkilerine değil, bölgede kalıcı barış ve refaha hizmet etmesinin de amaçlayan proje, İsrail’in katliâmlardan vazgeçmesine kadar ertelenebilir.
Bu süreçte diplomatik münâsebetler kesilebilir; uluslar arası arenada İsrail yalnızlaştırılabilir; ABD, İngiltere ve diğer bazı destekçileriyle başbaşa bırakılabilir.
Aksi halde, sâdece tamamı “Mossad ajanı” olan ve “İsrail ordusunda savaşmış” İsrailli politikacılara yönelik kuru kınamalardan bir şey çıkmaz. İsrail daha da şımararak zulüm ve katliâma pervâsızca devam eder…
29.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|