Son günlerde, adaleti teminle görevli ‘büyük mahkemeler’in birbiriyle tartışması alışık olunmayan görüntülerin ortaya çıkmasına sebep oldu. Bir yanda Anayasa Mahkemesi, öte yanda Yargıtay; aynı konuda birbirinden farklı değerlendirmeler yapıyor. Haliyle bu tartışmaları izleyen vatandaşın da aklı karışıyor.
Söz adaletten açılmışken, geçen günlerde yayınlanan “Adliye Sarayları suçu önlemiyor” başlıklı yazımızın değişik ‘tepki’ler aldığını hatırlatmak isterim. (Yeni Asya, 16 Aralık 2008) Yapılan değerlendirmelerde, inşa edilen dev ‘Adalet Sarayları’nın suçu önlemede tek başına çare olmadığı konusunda umumî bir kanaat var. Bunun yanı sıra, pek de gündeme gelmeyen başka sıkıntıların da bu ‘saray’larda yaşandığı hatırlatıldı. Bir okuyucu şöyle bir not göndermiş: “Her ile hatta her ilçeye Adalet Sarayları yapıldı ve yapılmakta... Ancak yıllardır Adalet Bakanlığı’nın alt sınıf personelini soytarılıktan kurtaramadılar. Önce 4 yıllık Kamu Yönetimi Bölümü’nü bitirdim. Ancak ‘bu yetmez müdür olman için 2 yıllığı bitirmen gerek’ dediler. Ben de daha sonra 2 yıllık Adalet Meslek Yüksek Okulu’nu bitirdim. Bu haliyle bana Adalet Bakanlığınca bahşedilen maaş 850,00-YTL. Olsun yine de mutluyum.... Çünkü saraylarımız var...”
Dile getirilen bu eksikliklerin yanında başka önemli sıkıntılar da yaşanıyor bu Adalet Saraylarında. Bir avukat arkadaşımız, “Madem Adalet Saraylarından bahsettiniz. O halde, bizim dertlerimizden de bahsedin. Meselâ, Bakırköy Adalet Sarayı’nda namaz kılacak herhangi bir yer yok. Yakındaki camiye gidip gelmek sebebiyle bazen duruşmalara geç kalıyoruz. Oysa içerde küçük bir mescid olsa böyle sıkıntılar yaşanmaz” dedi.
Avukat arkadaşımıza hak verdim. Çünkü biz de ‘meslek icabı’ adalet saraylarına gidiyoruz. Meselâ, adı geçen ‘Bakırköy Adalet Sarayı’nın 7. katında duruşma için sıra beklediğinizi farzedin. Aşağıya inip, en yakındaki camiye gidip tekrar adalet sarayının 7. katına çıkmanız her halde yarım saatı bulur. Çünkü adalet sarayı gerçekten devasa bir bina. İş icabı her gün oralarda olan avukatlar hariç, ara sıra işi düşenler için aradığı yeri, mahkeme salonunu bulmak bile zaman alır. İçeri girerken de haliyle kapılarda arama yapılıyor. Bu da zaman kaybına sebep oluyor. Kapılarda arama yapılmasından vazgeçilemeyeceğine göre, çare adalet sarayının içinde bir mescid açmaktır. Hayır, hayır, bir değil iki mescid lâzım! Çünkü ‘adalet sarayı’ hem çok büyük hem de hanımlar için de ayrı bir mescide ihtiyaç var.
Kimse bu talebi, “eski köye yeni adet” olarak görmesin. “Şimdiye kadar yoktu, bundan sonra niçin olsun?” da demesin. Çünkü dünya değiştiği gibi Türkiye de değişiyor. Eskiden bu büyüklükte ‘adalet sarayları’ da yoktu. Ama bugün var. Eskiden belki böyle bir ihtiyaç ve talep yoktu, ama şimdi var.
Tabiî ki mescid ihtiyacı sadece adalet saraylarında hissedilmiyor. Alış veriş merkezleri başta olmak üzere, kamuya açık her yerde buna ihtiyaç var. O halde her ‘adalet sarayı’na mescid açılmakla işe başlansın...
29.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|