Ermenilerden özür dilenmesine dair “imza kampanyası”nı Cumhurbaşkanı Gül’ün “fikir özgürlüğü” olarak görmesine karşılık Başbakan Erdoğan’ın, “Kim soykırım yaptıysa o özür dilesin” tepkisi, onca ibretli olaya rağmen Ankara’nın hâlâ ortak bir politika insicamı içinde olmadığını açığa çıkarmakta.
Bazı emekli büyükelçilerin sözkonusu “kampanya”ya karşı bildirilerini Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün “özel bir teşebbüs” olarak nitelendirmesinin ardından “tashihi”ne gidilmesi, Ankara’nın kafa karışıklığının âdeta dışa vurumu. Oysa günübirlik tepkilerle değil, ortak bir kanaat üzerine gelişen haklı ve doğru politikalar içinde olunması gerekiyor.
Aslında son bir yılda karşılıklı diyalogla bir nev'î rayına giren süreç, Gül’ün 1993’te RP Genel Başkan Yardımcısı olarak Meclis’te topa tutup âdeta “hıyanet” olarak kınadığı, Demirel hükûmetinin Ermenistan’a buğday ve tahıl yardımını yapan ve iyi komşuluk ilişkileri teşebbüsünün haklılığını ortaya koyuyor.
Her şeye rağmen Türkiye’nin tarihî misyonuna yakışır bir vakarla maddî ve mânevî verâsetini taşıdığı Osmanlının yüzlerce yıl “sâdık tebası” olarak vatandaşlığını yapan ve Müslümanlarla bin sene birlikte yaşayan Ermenilere dostluk ve işbirliği kapılarını kapamaması gerekiyor.
Bu açıdan Ankara, Ermeni diasporasının ateşlediği ve eli kanlı çetelerin körüklediği popülizmle, iç ve dış kışkırtmalarıyla iz’ân ve akl-ı selime yanaştırılmayan Erivan’a yol göstermeli; başlatılan diyalog ve açılımın akamete uğramasına müsaade edilmemeli…
TEHCİRİ TARTIŞMAKBAŞKA, KUTUPLAŞMAYI DERİNLEŞTİRMEK BAŞKA
Peki, Türkiye’nin diasporanın “soykırım” iftirasına cevap vermeye hazırlandığı, mâsum Ermeni halkının ve aklı başında politikacılarla diyalog ve işbirliğine doğru gidildiği sırada, bir grubun internet üzerinden başlattığı “özür dileme” kampanyası neye hizmet etmekte?
Diasporanın bu emel uğruna yüzmilyonlarca dolar harcadığı ve bu tür araştırma projelerine yüzbinlerce dolar verildiği gerçeği ortasında, bu “özür kampanyası”nın kime ne faydası olabilir? Taşnak komitesinin öteden beri başta ABD, Fransa ve İngiltere olmak üzere Batı kamuoyunda yürüttüğü ifsatla kabul ettirmeye çalıştığı “soykırım” bühtanıyla, Türkiye ve Ermenistan ilişkilerini bozmaktan öteye neye yarayacak?
“Tehcir”i tartışmak ayrı şey, bu tarz kampanyalarla kamplaşma ve kutuplaşmayı derinleştirip düşmanlığın daha da derinleştirilmesine, karşılıklı nefretin kaşınmasına kapı açmak ayrı şeydir. Herkesin bunun farkında olması icâb ediyor.
Bilinmelidir ki diasporanın istismar malzemesi olacak, “Bakın Türkiye halkı da özür diliyor, o halde soykırım oldu” isnadına zemin hazırlayan, “büyük Ermenistan projesi”nin eline kozlar veren bu tür çıkışlar, dostluğa ve barışa değil, gerginlik ve kutuplaşmaya âlet edilir.
Kimlik tartışmalarını, suçlamaları, karşılıklı katliam iddialarını daha da alevlendirir. Tarihte kalmış olayların çarpıtılarak bugünkü siyasî arenada emperyal güçlerin, küresel ifsad şebekelerinin istimaline teşne hale getirir. Önyargıları daha da azdırır.
Bundan bir asır önceki “zafer neşîdesi”nde Müslüman ve gayr-ı müslim bütün Osmanlı unsurlarının birlikte okudukları, “Sancağımız şanımız / Osmanlı ünvânımız / Vatan bizim canımız / Fedâ olsun kanımız” mânâsında okunan “Vatan-ı Osmanî” etrafındaki birlik ruhundan uzaklaştırır…
ÇARE, İZZETLE DOSTLUK VE BARIŞ ELİNİ
UZATMAKTIR…
Çözüm, Ermeniler üzerinden oynanan oyuna gelmemek, fitne tuzağına düşmemektir.
Çâre, Pasinler Cephesinde Ordu kumandanı Enver Paşa’nın ve diğer kumandanların hayranlıkla takdir ettikleri cihad hizmetini yapan, katliâmda Van’dan hicret eden ahalinin mal ve çocuklarının Rus ve Ermenilerin eline geçmemesi için fedâileri ve talebeleriyle cansiperâne savaşıp ahâlinin kurtulmasını sağlayan Bediüzzaman’ın verdiği “dostluk dersi”ndedir.
Ermenileri “Âdem zamanından beri yolda arkadaşlık eden bizimle gelmiş büyük bir unsur” olarak niteleyen Bediüzzaman’ın geçen asrın başlarında “bazı Ermeniler’in düşmanlık, hile ve hıyanetleri”ne mukabil, “Şu milletin saadeti ve selâmeti Ermenilerle ittifak ve dost olmaya vâbestedir (bağlıdır). Fakat mütezellilâne (zillet ve eziklik içinde) dost olmak değil, belki izzet-i milliyeyi muhâfaza ederek, musalâha (barış) elini uzatmaktır” tavsiyesindedir. (Divân-ı Harb-i Örfî, 23)
Bu ülkedeki “gayr-ı müslimlerle ve Ermenilerle dostluğun ve hürriyetleri”nin gereğini ve topyekûn millete faydalarını nazara veren Bediüzzaman’ın, vahşet ve katliâm peşindeki “komiteler”e şiddetle mukabele edişi arasında, olayların üstündeki istikâmetli ve asil tavrındadır. (Münâzarât, 56-102)
Hunharca cinâyetler işleyen, çocukları, kadınları, yaşlıları katleden Taşnak komitelerinin rağmına, Ermeni kadın ve çocuklarına “kat’iyyen dokunulmamasını” emredip sahiplerine teslim eden Bediüzzaman’ın, Ermenileri hayretler içinde bıraktıran âilcenâplıktadır. En acımasız çetebaşlarına, “Madem Molla Said bizim çocuklarımıza dokunmadı; biz de bundan sonra onların çoluk çocuğuna dokunmayacağız” dedirten davranıştadır. (Sadık Albayrak. Son Devrin İslâm Akademisi, Yeni Asya Yayınları, 1973, 186-194)
Gerçek şu ki Ermenilerin barış ve istikrarı, bölgede öncelikle Türkiye ile karşılıklı saygıya ve toprak bütünlüğünü tanımaya dayanan dostluk ve işbirliğinden geçiyor. Ermeni halkı ve aklı başında politikacıları da bunun farkında.
Türkiye’ye düşen, Ermenilerle bin yıl süren iyi komşuluk esaslarıyla, karşılıklı dostluğu ve barışı besleyen politikaları başarıyla uygulamak; ecnebilerin maşası diasporanın Müslüman Ermeni düşmanlığını telkin eden tuzaklarına karşı müteyakkız olmaktır…
Ankara bunda kararlı olmalıdır…
24.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|