“Erkek olsun, kadın olsun, bir mü’min Allah’a günahtan arınıp tertemiz kavuşuncaya kadar vücudundan, malından, çoluk çocuğundan belâ eksik olmaz.”1
“Alllah, bir kulunun iyiliğini dilerse, cezasını dünyada peşin peşin verir.”2
“Mükâfatın büyüklüğü belânın büyüklüğü ölçüsündedir. Allahu Teâlâ bir topluluğu severse onları belâya uğratır.”3
Demek Allah sevdiği kullarını da zaman zaman belâlara mübtelâ edebiliyor. Halk arasında dolaşan, “Allah sevdiği kuluna belâ verir” sözünün kaynakları bu hadis-i şerifler olsa gerek. Allah’a teslimiyet ve tevekkül içerisinde olan bir kimse başına bir belâ geldiğinde, “Eyvah, meğer ben ne kötü kulmuşum” diye ye’se kapılmaz, “Bunda da bir hikmet vardır, ‘Güzelden gelen güzeldir’ der” başına gelenleri isyan ve şikâyete girmeden sabır ve tahammülle karşılar. Yukardaki üçüncü hadis-i şerifin devamında yer alan “Kim mukadderatına razı olursa Allah da ondan razı olur. Kim razı olmazsa Allah da ona gazap eder” cümleleri de mü’mine takınması gereken tavrı açıkça gösterir.
Demek hayat bir imtihan. Allah bazan kullarını nimetlerle imtihan eder; tâ ki şükür, hamd ve ibadetle o nimetlerin hakkını vermeye çalışsınlar diye. Bazan da mûsibetlerle imtihan eder, “Bakalım sabredebiliyorlar mı?” diye. Sonuçta Allah şükredene de, sabredene de mükâfatlar verir, kimseye haksızlık etmez.
Önce nimetler içerisinde yüzüp o nimetlerin hakkını veren Hz. Eyyub (as) sonra da mûsibetlerle imtihan edilip sabır imtihanından geçirilmiş ve bu imtihanı da en güzel bir şekilde vermişti. Nice nimetlere garkolan Hz. Süleyman’ın da (as) elinden bir süre saltanatının alınıp sabır imtihanına maruz bırakıldığını biliyoruz. Hz. Yusuf’un (as) ise daha masum bir çocukken kardeşleri tarafından kuyuya atıldığını, sonra da Züleyha’nın iftirasına kurban gidip yine masum olarak yıllarca hapishanede kaldığı malûm. Demek Üstadın belirttiği gibi, “En büyük saadetler büyük ve acı felâketlerin neticesidir.”4
Kısaca kâinatta tesadüf diye bir şey yok. Nimet de, mûsibet de Allah’tan. Bize düşen ise Aziz Mahmud Hudayi gibi, “Hoştur bana Senden gelen, / Ya gonca gül, yahut diken, / Ya hil’at, yahut kefen, / Lütfunda hoş, kahrın da hoş.
“Gelse celâlinden cefa, / Yahut cemalinden vefa, / İkisi de cana safa / Lütfun da hoş, kahrın da hoş / Narın da hoş, Nurun da hoş” diyebilmek.
Evet, her hâl ü kârda imtihandayız. Kazançlı çıkmak da elimizde.
Dipnotlar:
1- Fethu’r-Rabbanî, 19:127 (Hadis no: 2); Riyazü’s-Salihîn ve Terc., 1:81 (Hadis no: 49; Tirmizî’den.)
2- A.g.e., 1:73 (Hadis no: 43; Tirmizî’den.)
3- A.g.e.
4- Şuâlar, s. 650.
24.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|