"Gerçekten" haber verir 24 Aralık 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Takva sahiplerine vaad edilen Cennetin hâli şöyledir: Onun altından ırmaklar akar. Yiyecekleri de, gölgesi de dâimîdir. Takva sahiplerinin âkibeti işte budur. Kâfirlerin âkibeti ise ateştir.

Ra'd Sûresi: 35

24.12.2008


İzzet-i milliyeyi muhafaza ederek musâlaha elini uzatmalı

Suâl: “Ermeniler zimmîdirler. Ehl-i zimmet, zimmettarlarıyla nasıl müsâvi olur?”

Cevap: Kendimizi dev aynasında görmemeliyiz. Kabahat bizde. Tamamen zimmetimize alamadık, bihakkın adâlet-i şeriatı gösteremedik. Şeriat dairesinde, hukuklarını istibdâdın sünnet-i seyyiesiyle muhâfaza edemedik; sonra da istedik, kuvvetimiz kalmadı. Ben şimdi Ermenilere bir nevî zimmî-i muâhid nazarıyla bakıyorum.

Suâl: “Ermeniler bize düşmanlık edip, hile ve hıyânet ediyorlar. Nasıl dostluk üzerinde ittifak edeceğiz?”

Cevap: Düşmanlığın sebebi olan istibdat öldü. İstibdâdın zevâliyle dostluk hayat bulacak. Size bunu katiyen söylüyorum ki, şu milletin saadeti ve selâmeti Ermenilerle ittifak ve dost olmaya vâbestedir. Fakat mütezellilâne dost olmak değil, belki izzet-i milliyeyi muhâfaza ederek, musâlaha elini uzatmaktır.

Birşey söyleyeceğim: Eğer mümkündür, Ermeniler birden sahîfe-i vücuttan silinsin. Olabilir. Yalnız, size husumetin bir faydası olsun. Yoksa, mutlaka husumet zarardır. Halbuki, Âdem zamanından yolda arkadaşlık eden bizimle gelmiş büyük bir unsurun zevâli değil, belki küçük bir kavmin mahvı dahi “Önünde, dikenli bir ağacın kabuğunu soymak kadar güç engeller var”dır (Arap atasözü). Ömer Dilân Kabîlesi bin senedir yine Ömer Dilân’dır. Hem de, onlar uyanmışlar; siz uykudasınız, rüyâ görüyorsunuz. Hem de, fikr-i milliyette müttefik ve kavîdirler; siz, ihtilâfla şimdilik boşsunuz, hem de galebe etmek istiyorsunuz. Onlar sizi mağlup ettiği silah ile, yani akıl ile, fikr-i milliyetle, meyl-i terakkî ile, temâyül-ü adâlet ile mağlup edebilirsiniz. Bence şimdi kılıç vuran, o kılıncın aksi döner, yetimlerine dokunur. Şimdi galebe kılıç ile değildir. Kılıç olmalı, lâkin aklın elinde. Hem de dostluğun sebebi vardır. Zîrâ komşudurlar. Komşuluk, dostluğun komşusudur. Hem de onlar uyandılar, dünyaya yayıldılar, terakkiyât tohumlarını topladılar; vatanımızda ekecekler. Bizi medeniyete mecbur, terakkîye îkaz, bizdeki fikr-i milliyeti hüşyâr ediyorlar.

İşte şu noktalara binâen, onlarla ittifak etmek lâzımdır. Hem de bizim düşmanımız ve bizi mahveden, cehâlet ağa, oğlu zaruret efendi ve hafîdi husumet beydir. Ermeniler bize düşmanlık etmişlerse, şu üç müfsidin kumandası altında yapmışlar.

Suâl: “Rum ve Ermenilerin hürriyeti bizi teşviş ediyor. Bir kere tecâvüze başlıyorlar, bir kere ‘Hürriyet ve meşrutiyet bizimdir, biz yaptık’ diyorlar. Bizi me’yus ediyorlar?”

Cevap: Zannediyorum, tecâvüzleri eskiden sizden tahayyül ettikleri tecâvüze karşı bir teşeffi-i gayz ve bundan sonra sizden tevehhüm ettikleri tecâvüze karşı bir nümâyiş gibidir. Eğer tamamıyla îman etseler ki, tecâvüz sizden olmaz; adâlete kanaat edeceklerdir. Şâyet adâlete kanaat etmezlerse; hak, hakkın kuvvetiyle burunlarını kırıp iknâ ettirecektir...

Münâzarât, s. 67-70

zimmî: İslâm devleti tebasından olan ve cizye denilen vergiyi ödeyen gayrı müslimler.

ehl-i zimmet: İslâm Devleti tarafından korunan müslümandan başka kimse, zimmî.

zimmettar: Hazine sâhibi, vergiyi alan.

müsâvi: Eşit.

adâlet-i şeriat: Şeriatın adaleti.

istibdâd: Baskı, diktatörlük.

sünnet-i seyyie: Kötü âdetler.

zimmî-i muâhid: Kendilerinin himaye edilmesi için sözleşme yapılmış olanlar.

selâmet: Eminlik; dert, sıkıntı, korku ve endişeden uzak olma.

vâbeste: ...e bağlı, ilgili, bir şeyin arkasına bağlı, ancak onunla olabilir.

mütezellilâne: Zelil bir şekilde, alçak olana yakışacak sûrette.

izzet-i milliye: Milletin izzeti, onuru, şerefi.

musâlaha: Barış.

husumet: Düşmanlık.

zevâl: Son bulma.

fikr-i milliyet: Milliyetçilik fikri.

müttefik: İttifak eden, birleşen, anlaşan.

kavî: Kuvvetli.

meyl-i terakkî: İlerleme meyli, gelişme arzusu.

temâyül-ü adâlet: Adalete meyletme, yönelme.

terakkiyât: Terakkiler, ilerlemeler.

hüşyâr: Uyanık.

24.12.2008


Medeniyet Yolu

Bediüzzaman Hazretleri “İnsan bu dünyaya taallüm ile tekemmül etmek için gelmiştir” diyor. Yani insan ilim öğrenerek maddî ve mânevî mertebeler kat edecektir.

En büyük kuvveti iman ilminden alan insan, kademe kademe medeniyeti de inşâ etmiş olacaktır. Hatta bu iman ile kâinata meydan okuyabilecektir.

Üstad Hazretleri şeriatın bu âleme gelmesinin en büyük sebeplerinden birinin “dünyadan baskıyı, haksızlığı, zorbalığı kaldırmak ve hürriyeti yerleştirmek” olduğunu söyler. Nitekim İslâmiyetin gelmesiyle bedevî ve vahşî kavimler çok kısa bir sürede medenî bir toplum haline gelmişlerdir. Mekke’den Medine’ye göç edenler ve orada bir İslâm medeniyetinin temelini atanlar Yesrib şehrini Medine yapanlardır. Zaten tarih bize gösteriyor ki, İslâma sımsıkı sarılan milletler en yüksek medeniyetlere imza atmışlardır. Ne zaman İslâmiyet’ten ellerini gevşetmişlerse geri kalmışlar; gaflete, sefâlete ve sefahate düşmüşlerdir. Osmanlı Devletini zayıflatan ve yıkılmasına sebep olan da budur.

Türkiye Cumhuriyeti kurulurken de muâsır medeniyet seviyesi hedef alınmıştı. Fakat İslâm Medeniyetine ait her şeyi hayatımızdan çıkararak, geçmişle bağlarımızı kopararak farklı bir yola girildi. Bu yol, batılılaşma adı altında batıl bir yoldu. Medenî Batı bu bâtıl yolu çoktan bırakmış hürriyet ve adalet yolunu seçerek medeniyetini inşâ etmişti. Biz ise onların terk ettiği yoldan ilerleyerek muâsır medeniyeti yakalayabileceğimizi zannettik. Yapılan inkılâplar yeni bir medeniyet kurmak adına eskiye ait medeniyetleri yıkıp geçiyordu. Temelsiz yapılar inşâ edilmeye çalışılıyordu. Bu noktada baştakileri uyaran Bediüzzaman Said Nursî, tutulan yolun yanlış olduğunu söylüyor, “Şu inkılâb-ı azîmin taşları sağlam gerek” diyordu. Fakat bu sözüne kulak asılmadığı gibi, medeniyetin reçetesi mahiyetindeki eserlerinin neşri ve hürriyet ve demokrasi adına attığı her adım durdurulmaya çalışıldı. Zamanın bütün hastalıklarını tek tek teşhis ederek, bu hastalıklara sunduğu ilâç mahiyetindeki projelerine de beklediği destek gelmedi. Eğitim, ekonomi, siyaset gibi alanlarda Türkiye’ye medeniyet yolunu açacak fikirleri akim bırakıldı.

Hem dinî, hem de siyasî her türlü istibdada karşı olan Bediüzzaman; “Padişah, Peygamberimizin emrine itaat etse ve yoluna gitse halîfedir. Biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa, Peygambere tâbi olmayıp zulüm edenler, padişah da olsalar haydutturlar” diyerek hem Osmanlı Devletini, hem de “Kuvvet kanunda olmalı, yoksa istibdat tevzî olunmuş olur” diyerek yeni kurulan hükûmeti ikaz ederek hatalarını göstermiştir. Lâkin fikirleri hem dinî, hem de siyasî liderler tarafından tam anlaşılamadığı gibi, hatta “yeni kurulan düzene karşı çıkmak, rejime aykırı hareket etmek” gibi suçlamalara sebebiyet vermiştir. Müsbet hareketi her zaman kendisine ilke edinen ve talebelerine de ısrarla tavsiye eden Bediüzzaman Hazretleri, fikirlerinin gerçekleşmesi için böyle bir zeminin uygun olmadığını anlamıştır. Bundan sonra hizmetine öncelikle “imanlı olan bu vatan insanlarının imanını kurtarmak” olarak devam eder. Zirâ her şeyden önce tahrip olan imanları, bozulan zihinleri tamire ihtiyaç vardır. Fikirlerinin doğru anlaşılabilmesi ve kıymet verilmesi için önce irşad ve eğitim ile cehalet bataklığının kurutulması gerekmektedir.

Bediüzzaman Hazretleri tam bir meşrûtiyetin gelmediğinden yakınanlara şu sözleriyle ümit verici bir yol açar: “Ona çabuk gelmek istiyorsanız, işte mârifet (ilim) ve fazîletten demiryolunu yapınız; tâ ki, meşrûtiyet, medeniyet denilen şimendifer-i kemâlâta (mükemmellik trenine) binip ve terakkiyât (ilerleme) tohumlarını bindirerek, kısa bir zamanda mânilerden kurtulup geçerek size selâm etsin. Siz ne kadar yolu acele ile yapsanız, o da o derece acele ile gelecektir. (...) Eğer siz tenbel kalıp da onun yolunu yapmazsanız, tembellik etseniz, yüz sene sonra tamamen cemâlini göreceksiniz.”

Bu sözlerin ardından yüz yıl geçmiştir artık. Geriye dönüp baktığımızda her darbe bizi on yıl geriye götürerek medeniyet trenimizin ilerlemesi için yapmamız gereken yol çalışmalarına başlamamıza engel olmuştur. Bu yolu yapma gayretinde olanların faaliyetleri ise baltalanmış; ilimde, fende ve demokraside gelişmemiz engellenmiştir.

Şimdi bu yolu yapmak için çok geç kaldığımızı düşünenler olabilir. Bu konuda ülke olarak; geç kaldığımız, çok sıkıntılar yaşadığımız ve buhranlar geçirdiğimiz doğrudur. Bunda hem tembelliğimizin, hem de fikri ve vicdanı hür nesiller yetişmesine fırsat verecek yeterli alt yapımızın olmayışının da etkisi vardır. Ancak yine ümitvâr olmalıyız. Oyalandığımız ve kaybettiğimiz zamanı telâfi edecek trenden daha hızlı bir araç olan medeniyet uçağını hep bir elden inşâ ederek bir anda bütün medeniyetlerin önüne geçebiliriz. Bunun ütopist bir düşünce olmadığını Türkiye’de her gün hızla değişen görüş ve düşüncelerden de anlayabiliriz. Bugün siyaset arenasına baktığımızda samimî olsunlar ya da olmasınlar siyasîlerin demokrasiye yaklaşma eğiliminde olduğunu görüyoruz. Keşke bütün siyasîler, Bediüzzaman’ın fikirlerine sahip çıkarak boş konuşmak yerine kendilerine bir çalışma alanı, bir proje belirleseler.

Keşke bütün siyasî organlar, hatta bütün gruplar, hatta her birey, yani herkes medeniyet yolunun inşâsında bütün çıkarlarını bir yana bırakıp el ele verse ve ilim irfan, fazilet yüklü aracımızdan bütün dünyaya muhabbet çiçekleri dağıtarak medeniyet yolundaki seyrimize hızla devam etsek.

MEHTAP YILDIRIM

24.12.2008


Mütâlâa-i Nur

Dikkat ile mütâlâa lâzım gerek Nurlara,

Mânâlar açılırsa dalarsın sürûrlara,

Hepsi birer ilhamdır, hem ihsandır bizlere,

Onu mütâlâa ile geçelim gündüzlere.

Güzel görüp her şeyi, güzel hayal kuralım,

Gama kedere karşı mütevekkil duralım,

Zaman, bak âhir zaman, tehlikededir iman,

Tahkikî iman ile ona çare bulalım.

Küfr ile rahnelenen bunca insan-ı mecnun,

Feryatları her yanda ağlayan, sessiz mahzun,

Davranın ehl-i himmet, ehl-i vicdan davranın,

Reçetesi ulaşsın her bir yana Kur’ân’ın.

Ehl-i kitap feryatta, ateist oldu nesil,

Tevhid inancı gerek bize elbette asıl,

Ellerinde olanlar gelip sunsunlar bize,

Gelin ey Tüllâb-ı Nur, imdat eyleyin bize.

Dünyamız çok karardı, aydınlık günler yakın,

Karanlığa kanmayın, bir kandil de siz yakın,

Dünya Nura çok müştak, Dünya Nura muntazır,

Koşun ey Tüllâb-ı Nur, koşun ey ehl-i fazıl.

EYÜP OTMAN

24.12.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır