Tarihin Yorumu 15–25 Aralık 1055
Size bugün bahsini edeceğimiz tarihî hadise, Bediüzzaman Hazretlerinin "26. Mektup"ta zikri geçen şu ifadelerle birebir örtüşüyor: "Ey ehl–i Kur'ân olan şu vatanın evlâtları! Altı yüz sene (Osmanlı devrinden) değil, belki Abbâsîler zamanından beri bin senedir Kur'ân–ı Hakîmin bayraktarı olarak, bütün cihâna karşı meydan okuyup, Kur'ân'ı îlân etmişsiniz. Milliyetinizi, Kur'ân'a ve İslâmiyete kal'a yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müthiş tehâcümâtı def' ettiniz..."
İşte biz de bu hakikatli ifadelerin izini sürdük ve yaklaşık bir yıllık tarih yolculuğu neticesinde, 990–1063 yıllarında yaşayan Selçuklu Sultanı Tuğrul Beyin Kur'ân'a bayraktarlık hizmetini bihakkın omuzladığına şahit olduk.
Evet, Sultan Tuğrul Bey, tarih kayıtlarına göre 1055 senesinin 15–25 Aralık günlerinde I. Bağdat Seferini başarıyla tamamlamış ve aynı zamanda Hilâfet merkezi olan Bağdat'ı kansız bir fütûhât ile başında bulunduğu devlete, Selçuklu Devletine bağlamış görünüyor.
Bağdat, o tarihte Abbâsilerin elinde bulunan Hilâfetin merkeziydi. Halife ise, "İslâmın bayraktarı" sıfatıyla Sultan Tuğrul isminin hutbede okunmasını emretmişti.
Şimdi, kısaca bu tarihî hadisenin gelişme seyrine bakalım...
* * *
Selçukîler, Oğuz Türklerinin Kınık boyundan bir hanedanı temsil ediyor.
Tuğrul Bey ise, Selçuklu İslâm Devletinin kurucusu ve bu devlete ismi verilen hanedan reisi Selçuk Beyin torunudur. Ordu komutanı Çağrı Bey ile de özkardeştir. Çağrı Bey ise, aynı zamanda istikbâlin Malazgirt Fatihi Sultan Alparslan'ın babasıdır.
Tuğrul ve Çağrı kardeşlerin, İslâm tarihi içinde dillere destan olmuş çok büyük hizmetleri var: Hayatları boyunca İslâmiyetin bayraktarlığını yapmak, İslâmın vahdet ve uhuvvetini tesis etmek, her tarafta mâbed, medrese ve kervansaray gibi hayır kurumları inşa ettirmek gibi...
Onların zamanında, Abbâsilerin elinde bulunan Hilâfetin merkezi Bağdat idi. Mısır'da ise, Şiî Fatımî devleti hüküm sürmekteydi. Bağdat'ta Fatımîlere bağlı olan Şiî Büveyhoğulları ise, Abbâsilere zulmediyor ve her fırsatta halifeye baskı yapıyordu.
Bu durumdan haberdar olan Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, İran ve Horasan'da bulunan ordu birliklerinin sefer hazırlığına başlamasını emretti.
Tuğrul Bey, Müslümanlar arasında kardeş kanı dökülsün istemiyordu. Ancak, yine de Hilâfeti korumakta ve Bağdat'ı sükûna kavuşturmakta kesin kararlıydı.
İşte, böylesine bir azim ve kararlılık içinde 1055 yılı Aralık ayı ortalarında ordusuyla birlikte Bağdat yakınlarına kadar geldi. Onun bu tarzda gelişi, Bağdat'taki Büveyhoğullarını ürküttü ve baskılarını gevşetti. Bundan cesaret alan Abbâsi Halifesi Kàim bi–Emrillâh, 15 Aralık Cuma günkü hutbede Selçuklu Sultanı Tuğrul Beyin ismini okuttu. Böylelikle, İslâm dünyasını siyaseten Selçuklu Sultanlığının temsil ettiğini de hem kabul, hem de ilân etmiş oldu.
Bağdat'ın böyle kansız ve savaşsız bir şekilde fethedilmesi, takdire şâyân bir hadise olarak alkışlandı. Zira, bu fetih, usûl ve yöntem itibariyle, İslâm tarihinin en büyük ve en mukaddes fethi olan "Mekke'nin Fethi"ni andırıyordu. O zaman da hiç kan dökülmemiş ve düşmanlığın, kindarlığın yeşermesine fırsat verilmemişti.
* * *
Bağdat'ın fethi ile birlikte, tâ Gazneli Sultan Mahmud'un iktidarı zamanında (998) başlamış olan Türk–Abbâsî yakınlaşması daha da pekişmiş oldu.
Hatta, yakınlaşma ve kaynaşma yolunda bir adım daha gidildi ve iki kavmin ileri gelenleri arasında vukubulan evlilikler vasıtasıyla da akrabalık bağları kurulmaya başlandı: Sultan Tuğrul Beyin, Halife'nin kızıyla evlenmesi, hısım ve akrabalık derecesinin en üst seviyede olduğunu gösteriyor.
Yıllar sonra, yine üst seviyede olmak üzere bir evlilik hadisesi daha yaşandı. Tuğrul Beyin yeğeni Çağrı Beyin kızı Hatice Hatun Abbasî ailesine gelin olarak gitti.
* * *
Bağdat'ta etkili bir hanedan olan Şiî Büveyhoğulları, Mısır'daki Şiî Fatımîlerden kuvvet ve cesaret alarak halka ve Abbâsî halifesine zulmediyordu.
Onların bu zulüm ve baskılarından bunalan halife, kurtuluş çaresini Selçuklu Sultanına müracaat etmekte bulmuştu. Halifenin dâvetine, son derece plânlı, gerek diplomatik ve gerekse askerî yönden son derece hazırlıklı bir şekilde icabet eden Sultan Tuğrul, çıkmış olduğu bu büyük seferin başından sonuna kadar en fazla dikkat ettiği hususların başında, kardeş kanının dökülmemesi için göstermiş olduğu fevkalâde hassasiyet geliyor. Zira, o dönemde böylesi bir hassasiyeti taşımak, her yiğidin harcı değildir.
Bundan dolayıdır ki, kısa süre içinde Horasan, İran, Harezm, Azerbaycan ve Irak'ı başında bulunduğu Selçuklu Devletine katan Sultan Tuğrul, tarihe akıllı, cesur, mütevazı, şefkatli ve adâletli bir şahsiyet olarak geçti.
Tuğrul Bey, bilâhare II. Bağdat Seferini düzenlemek mecburiyetinde kaldı. Çünkü, Şiî Büveyoğulları yine azmaya başlamış ve halka baskı yapmaya yeltenmişti. Bu ikinci sefer esnasında, yine kılıç ve mızrakla değil, gönülleri fetih metoduyla hareket etti. Ancak, yanlışta ısrar edenleri cezalandırmaktan ve hapse attırmaktan da çekinmedi.
* * *
1063 senesinin 4 Eylül'ünde İran'ın Rey şehrinde hayata çocuksuz olarak vedâ eden Tuğrul Beyin yerine, öz yeğeni ve geleceğin Malazgirt Fatihi Sultan Alparslan geçti.
Son olarak, Sultan Tuğrul'un tarihe geçen bir hasletini ifade ederek bitirelim.
Ömrü boyunca hep cami, mescid, medrese gibi hayır kurumlarını inşa ettirmekten zevk alan Sultan Tuğrul, kendisi için yapılan sarayların yanına da mutlaka birer mâbed inşa ettirmiştir.
Hatta, her defasında şunu şu mânidar sözleri zikrettiği rivâvet ediliyor: "Şayet ben kendim için bir ev, bir saray yapıp da, yanında ondan daha ihtişamlı bir mâbed inşa ettirmezsem, Allah’ın huzuruna gitmekten utanırım."
NOT: Sultan Tuğrul hakkında daha geniş bilgi isteyenler için İslâm tarihçisi El–Buldan, İbnü’l–Esir ve Ahmed bin Mahmud'un "Selçuknâme" isimli eseri ile Prof. Altan Köymen'in Kültür Bakanlığı Yayınları arasında çıkan "Tuğrul Bey ve Zamanı" isimli eseri (baskı tarihi 1976) okumalarını tavsiye ederiz.
24.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|