"Gerçekten" haber verir 06 Ocak 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Basından Seçmeler

BM’de fırsat kaçırdık

Güvenlik Konseyi’ne seçilmemizin üzerinden iki ay geçti. Bu süre zarfında ilk önemli uluslararası krizi bekledik. Zira, konunun Konsey’e intikal etmesiyle Türkiye’nin bu önemli geçici üyeliğini nasıl kullanacağına dair ipuçları elde etmiş olacaktık.

Hamas’ın tahrikleri ve İsrail’in buna misilleme olarak Gazze’ye saldırmasıyla o kriz geldi ve çattı. Türkiye de, daha ilk günden, bu krizle ilgili diplomatik çabalar açısından faal bir görüntü verdi. Erdoğan’ın gerçekleştirdiği Ortadoğu gezisi bu izlenimi daha da pekiştirdi.

Gözümüzün, bu nedenle, Türkiye’nin ekim ayında geçici üyeliğine seçildiği Güvenlik Konseyi’nde olması doğaldı. Konsey’in bu konuda acilen toplanması için Ankara’nın harekete geçmesini beklememiz de doğaldı. Şunu da işaret etmek lazım: Türkiye’de birilerinin “Güvenlik Konseyi acilen toplanmalı” demesiyle Ankara’nın bunu resmi bir girişim şeklinde ortaya koyması farklı şeylerdir. Peki ne oldu?

Türkiye fırsatı Libya’ya kaptırdı

Güvenlik Konseyi, İsrail’in Gazze’ye kara operasyonu başlatmasından sonra cumartesi günü gerçekleştirdiği acil danışma toplantısını Türkiye’nin değil, Libya’nın çağırısı üzerine yaptı. Özetle, Türkiye Konseyi acil toplantıya çağırma fırsatını Libya’ya kaptırdı.

Bunun nedenini anlamak güç, çünkü BM Büyükelçimiz Baki İlkin, New York’taki basın mensuplarına, Türkiye’nin Libya tarafından hazırlanan, ancak ABD’nin veto ettiği metni desteklediğini açıkladı. O zaman bu metni, bölgede etkisi arttığı belirtilen ve stratejik ağırlığı herhalde Libya’dan daha fazla olan Türkiye oluşturamaz mıydı?

Peki, Güvenlik Konseyi üyeliği konusunda bu kadar hevesli görünen Türkiye bu ilk sınavda meydanı niçin boş bıraktı? Her şeyden önce, bunu BM’deki yeni daimi temsilcimizin henüz atanamamış olmasına bağlamak mümkün değil.

Sonuçta, Dışişleri’ndeki dostlarımızın da işaret ettikleri gibi, süresi dolmuş olsa bile, halen New York’taki görevinin başında olan Büyükelçi İlkin, Türkiye’nin en başarılı diplomatlarından biri.

Buradaki bir neden, Ankara’nın başarısız kalacak bir girişime imza atmaktan çekinmesi olabilir. Nitekim, dediğimiz gibi, ABD, Libya’nın hazırladığı ve bölgede acilen ateşkes ilan edilmesini isteyen çağrı metnini hemen veto etti. Fakat Türkiye, “veto edilecek” kaygısıyla atıl kalacaksa, o zaman BM’de veto edecek olanın dümen suyuna girmiş olmuyor mu? Doğrudur, ABD’nin vetosu nedeniyle Güvenlik Konseyi’nden İsrail konusunda oybirliğiyle çıkan etkin tasarı sayısı azdır.

ABD riski göze alınamadı

Sonuç olarak, Libya da veto yiyeceğini tahmin etmiştir. Fakat bu risk geçmişte üye ülkeleri bu girişimlerden vazgeçirtmemiştir. Kaldı ki bu girişimler ve çektikleri tepkiler kimin nerede durduğunu sergilemek açısından da her zaman önemli olmuştur.

Nitekim, bu son örnekte ABD’nin uluslararası prestiji daha da zedelenirken Libya, her şeye rağmen, diplomatik puan toplamıştır.

Bölgede “aktif olma” iddiasındaki Ankara ise, “ABD yönetimiyle ters düşme riskini göze alamadı” yorumuna elverişli bir tutum takınmıştır. Başbakan Erdoğan’ın İsrail konusundaki tutumu ile hükümetin bu ihtiyatlı tutumunun çelişkili olduğu da ortada.

Diplomaside ”algı” önemlidir. Türkiye, yarım asırdan sonra Güvenlik Konseyi’ne Türk diplomatlarını bile şaşırtan bir şekilde -153 ülkenin oyuyla tekrar seçildiyse, bu kendisinden bir şeylerin beklendiğini gösteriyor.

Yakından ilgilendiğimiz konularda bile BM’yi harekete geçirmeye çalışan ülkelerin başını çekmeyeceksek, o zaman kâğıt üzerinde prestij sağlamanın ötesinde, Güvenlik Konseyi üyeliğimizin neye yarayacağını merak ediyoruz.

Semih İdiz / Milliyet, 5.1.2009

06.01.2009


Hadi, yapsana amca!

2002 yılıydı. İsrail yine tank ile, top ile, füze ile ölüm kusuyordu. İktidardaki (ulusal solcu) Ecevit, (milliyetçi) Bahçeli, (liberal) Yılmaz koalisyonu, Genelkurmay’ın büyük ısrarıyla İsrail ile tank anlaşması yapıyordu.

Başka bir ısrarla bunun aleyhinde “durmadan” yazanlardan biriydim. Belki de en ısrarcı ve inatçı yazılardı.

Birkaç açı vardı:

1. Yine tam Filistinlilerin katledildiği bir zamanda bu iş yapılıyordu.

2. Katliam silahlarının kaynağı olan İsrail devlet şirketi IMI tam bir mali krizdeydi ve Türkiye’den alınacak ihale ölüm kusan tanklara ilaç olacaktı.

3. İhale şaibeliydi. Komisyoncular, aracılar ve sivil ile askeri şaibeler. Eski bir tankın modernizasyonu için İsrail’e verilecek para neredeyse yeni nesil bir tankın fiyatı kadardı. İtiraz eden kimi görevlilere el çektirilmişti.

O zaman, ihale bedeline konan belirsiz bir miktarı da hesaplamış ve “yüzde”yi de yazmıştım.

4. Bu işin pekala yerli firmalarla da yapabileceği belirtiliyordu. Yan sanayi de dahil.

Kıvrık oğlu

Bu ısrarlı karşı çıkışlara dönemin Genelkurmay Başkanı’nın cevabı çok ağır, çok incitici, aslında tam hakaret davalıktı.

Hani, halefi komutanın kadehinde şarap mı kola mı olduğuyla çok ilgili, hani “yirmisekizşubatbinyıl”cı Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu, “Bu ihaleye karşı çıkanlar Yahudi düşmanı doğmuş” deyiverdi.

Ama ihalenin kamu vicdanındaki yaralarını, ihaledeki şaibeleri dert etmedi.

Mesela, “ihale”yi savunan yazısında Ertuğrul Özkök’ ün aktardığı gibi...

“Filistin’de durum kötüleşiyor. Böyle bir dönemde ihaleyi İsrailli şirkete vermemiz doğru mu?” diye tereddüt eden Ecevit’e, Özkök’ü sevinçli bir telaşla yazısına “O soru soruldu, cevabını asker verdi” aşlığını attıran ve vicdanı muhtemelen sızlayan Başbakan’ı da ezen cevabı vurmuştu.

Ayıptır

O dönemden arşivde iki “karşı tavır” daha var.

1. “Tank ihalesi askıya alınmalı. Dışarıdan gelen paranın adresi birileri tarafından belirleniyor, bu yüzden ihale İsrail’e veriliyor. İhale askıya alınmalı.”

2. “Tank modernizasyonunun Türkiye’de yapılmaması büyük ayıp. Böyle bir ortamda İsrail’e tank ihalesi verilemez. Bir an önce askıya alınmalı. Türkiye’nin bu ihaleyi iptal etmemesi ayıp. Bu, ülkemiz için kanayan bir yaradır. İSRAİL SALDIRGANLIĞINA ONAY VERMEK VE GÖRMEZLİKTEN GELMEK ANLAMINA GELİR. Ayıptır, basiretsizliktir.”

Askıya ya!

2002 yılı nisan başlarındaki bu demeçlerin iki sahibi bugün başka konumlarda.

1 Numara, yine o günkü gibi AKP Genel Başkanı ve bugün Başbakan.

2 Numara, o günkü AKP Genel Başkan Yardımcısı, bugün Cumhurbaşkanı.

İkisi de, eminim ki içtenlikle, İsrail’in bugün de ölüm kusmasına tepki duyuyor.

Ama ikisi de bugün “iktidar ve devlet”; eminim ki, önceki hükümete atıp tuttuklarını kendilerine söyleyemeyecekler.

Ayna önünde kendileriyle hesaplaşmayacaklar. Partilerinde bu yönde bir eleştiriye maruz kalmayacaklar; kimse gıkını çıkarmayacak.

Henüz daha yeni verilmiş 167 milyon dolarlık bir ihale var İsrail’e, Gazze’ye saldırıdan hemen önce, İsrail Başbakanı Ankara’yı uyuttuğu veya hipnotize ettiği sırada; askıya alsalar ya!

Şu anda İsrail’in lehine 2 milyar dolara yaklaşmış silah ticaretimiz var; askıya alsalar ya!

Yine kendileri Erbakan iktidarı üyesi iken, İsrail’e verilmiş imtiyazlar var; serbest ticaret ve ölüm kusucu İsrail uçakları ile bizim topraklardaki kankalık gibi; askıya alsalar ya!

Aynen öyle

Bize diyebilirler ki... “Devlet işi başka”.

Biz de diyebiliriz ki... Bunu, öldürülen Filistinlilere, ablukada açlıkla, korkuyla, travmayla zaten yarı ölü iken, tankımıza kanka tanklar ve uçaklarımıza kanki uçaklarla yüzde yüz öldürülen çocuklara anlat Amca!

Kim demişti, “İsrail saldırganlığına onay vermek ve görmezden gelmek” diye.

Kim demişti, “Ayıptır, basiretsizliktir” diye.

Kim demişse, bugün de aynen öyle! Aynen iade!

Umur Talu / Sabah, 5.1.2009

06.01.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır