Bediüzzaman, “Aziz Nur kumandanı ve Kur’ân’ın hâdimi (hizmetkârı) kardeşim” diye hitap ettiği, Risale-i Nur’un saff-ı evvel talebelerinden Refet Beyin Filistin meselesinde Yahudilerin neden “zillet ve meskenet tokadı” yemediklerine dair sualine cevap verirken, son derece ilginç bir noktanın altını çiziyor.
Yahudileri Kur’ân’daki tabirle “zillet ve meskenet tokadı”na müstehak kılan sebebin, onların dünya sevgisi ve dünyeperestlik hissi olduğunu ifade ederken, Filistin meselesinde ise durumun farklı olduğunu; orada bu duygularla değil, daha değişik saiklerle hareket ettiklerini vurguluyor.
Buna göre, Yahudileri asırlarca önce yaşadıkları Filistin topraklarına geri döndüren sebepler arasında, burasının Benî İsrail peygamberlerinin mezaristanı ve o eski peygamberlerin de kendi milliyetlerinden olması cihetiyle, bu noktada millî ve dinî bir hassasiyetten yola çıkmalarının çok önemli bir yer tuttuğuna işaret ederek, bu sebeple “çabuk tokat yemediklerini” belirtiyor.
Ve devamında, “Yoksa, koca Arabistan’da az bir zümre hiç dayanamayacaktı, çabuk meskenete girecekti” diye ilâve ediyor. (Şuâlar, s. 435)
Yahudilerin asırlar ötesinden gelen bir rüyası olarak, peygamberlerinin indiği ve atalarının yaşadığı topraklara sırf bu hasretlerini dindirme saikiyle dönmek istemeleri gayet insanî bir duygu.
Eğer Filistin’e dönüşleri ve sonrasındaki tavırları bu çerçevede kalsaydı; burada yaşayan Müslüman çoğunluğu ve Hıristiyanları mağdur etme yoluna gitmeselerdi; dahası işi sonu gelmeyen bir gasp, katliâm ve zulüm boyutuna taşımasalardı; zaten Filistin diye bir problem ortaya çıkmazdı.
Ama dönüş sonrası, gasp edilerek alınan topraklarda, işgali daha da genişleterek yerleşme politikalarıyla bir kez daha ağır basan dünya hırsı ve dünyaperestlik hissi, başlangıçtaki millî- dinî hislerin önüne geçti ve dünya hırsının siyasî ideoloji kılığındaki tezahürü olan siyonizmin güdümündeki İsrail, Filistin meselesini buralara getirdi.
Arap dünyasının, gasp, kan, katliâm ve zulüm temelleri üzerinde yükselen İsrail vahşeti karşısındaki çaresizliğinin arkaplanında ise, başlangıç itibarıyla millî ve dinî hislerden yola çıkan Yahudi hareketine, sosyalist Arap milliyetçiliği gibi sakat bir ideolojiyle mukabele etmeye kalkışmaları yatıyor. Mağlûbiyetlerinin en önemli sebebi bu.
Filistinliler başta olmak üzere, bu ideolojiye dayalı rejimlerin diktası altında çile çeken bütün Araplar 60 senedir bu yanlışın bedelini ödüyor.
Ama gelinen noktada, galiba bu devir artık kapanıyor. Diktatör üreten sosyalist Arap ırkçılığının iflâsı her geçen gün daha net bir şekilde gözler önüne serilirken, kitlelerdeki İslâmî şuurlanma giderek güçleniyor. Ve eşzamanlı olarak Yahudilerin dünya hırsıyla peş peşe yaptıkları fâhiş ve vahim yanlışlar da dengeleri tersine çeviriyor.
Buna küresel boyutta insanlığın ortak vicdanındaki uyanış ve hareketlenme de eklenince, zulmün artık daha fazla devam edemeyeceği, dünya hırsıyla Filistin’i kana bulamayı sürdüren İsrail’in bugüne kadar gecikmiş “zillet ve meskenet tokatları”nı birbiri ardı sıra yemeye başlayacağı bir dönemin açılmakta olduğu söylenebilir.
Bugün itibarıyla İsrail, devletler düzeyinde hak ettiği tepkiyi hâlâ görmüyor, tersine ABD yönetiminin açıktan, diğer birçok devletin de gizliden gizliye desteğini almaya devam ediyor olabilir.
Ama Washington başta olmak üzere ABD’nin ve Avrupa’nın birçok başkentinde ve şehrinde vicdanlarının “Zulme ve katliâma hayır” diyen sesini haykırmak için toplanan yüz binlerce ve aynı haykırışa ortak olan yüz milyonlarca insanın ortak duyarlılığı, herkese birşeyler anlatıyor olmalı.
Bush’un altı yıl önce başlattığı Irak işgali, dünyada böyle bir insanî dayanışmayı tetiklemişti.
Şimdi İsrail’in Gazze’ye yaptıkları, vicdan eksenli bu tesanüdü daha da pekiştirip tahkim edecek ve siyonist vahşet akıttığı kanda boğulacak.
Yeter ki, Filistinliler mücadelelerinde halin gerektirdiği hikmet ve basirete uygun davransınlar.
06.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|