Yaş ilerledikçe, özellikle de 40’ı devirdikten sonra zamanın akışının daha da sür’at kazandığı, bu yaşı idrak edip geride bırakan herkesin ortak düşüncesi ve kanaati olsa gerek.
Çocukken “Bir an önce büyüsem” diye sabırsızlanan, gençlik döneminde vaktin kıymetini idrak edemeyen insanoğlu, orta yaş kuşağına intikal ettikten sonra durumun farkına varıyor.
Ve görüyor ki, sel dolaplarını çalıştırarak hızla geçen zamanı durdurmak veya yavaşlatabilmek mümkün değil. Yıllar su gibi akıp gidiyor.
Geride kalan yılın ilk günü daha dün gibi tazeyken yeni bir yılbaşı gelip çatınca, bu akıştaki baş döndürücü hızı daha derinden hissediyor.
Bu sür’atli akış esnasında ailesindeki, dost ve akraba çevresindeki boşalmalar da insanı ayrı bir noktadan sarsarak bu hissiyatı perçinliyor.
Yakın çevredeki her bir vefat, yakınlık derecesine göre artan bir tesirle, insana kendi zamanının da azaldığını ve bu dünyadaki misafirlik müddetinin sonuna yaklaştığını haber veriyor.
Üstad Bediüzzaman “40’tan sonra kabir tarafına nüzûl başlar” diyerek, 40’ı takip eden yaşlarda kabir yolculuğunun hızlandığını söylüyor.
Ancak ruhlar âleminde başlayıp, bedenin ana rahmine düşmesiyle dünya hayatına uğrayan bu yolculuk kabirde sona ermiyor, berzah âleminde başka bir boyuta intikal ediyor; ondan sonra kıyamet ve haşir sabahıyla birlikte sonsuz bir hayata, ebedü’l-âbâd memleketine taşınacak.
Önemli olan, bu akıştaki kesintisizliğin farkına varıp, ahiret yolculuğunda bir han ve bekleme salonu mahiyetindeki bu dünyayı ahiretin tarlası olarak iyi değerlendirebilmek ve fâni ömür dakikalarını bâkileştiren bir hayat yaşamak.
Hadisteki ölçüye göre: “Nasıl yaşarsanız öyle ölür ve nasıl ölürseniz öyle haşrolunursunuz.”
Tam bu noktada, matbaa imkânının bulunmadığı ve Risale-i Nur’un İslâm harfleriyle, elle yazılarak çoğaltıldığı günlerde risale yazarken ‘Lâilâhe illallah’ kelime-i tevhidini kâğıda işlediği an ruhunu teslim eden Hafız Mehmed isimli ihtiyar ve bahtiyar Nur talebesi ile Denizli hapsinde Meyve Risalesiyle meşgulken vefat edip kabirde sual meleklerini bu eserdeki hakikatlerle cevaplayan Hafız Ali örnekleri aklımıza geliyor.
Eminiz ki, onlar haşir sabahına da bu hal üzere uyanarak, Cennete oradan intikal edecekler.
Cenâb-ı Hak bizlere de onlar gibi olmayı ve son ânımıza kadar onların ihlâs ve samimiyetiyle istikamet çizgisinde yürümeyi nasip eylesin.
40 yaştan bahis açmışken, Kasım ayı sonunda Denizli’de tertiplenen üçüncü mevlidle bir kez daha rahmetle yad ettiğimiz, kendi hayatlarını Üstadları için feda eden nur kahramanlarındanHafız Ali’nin 46, Hasan Feyzi’nin 51 yaşında rahmet-i Rahman’a kavuştuklarını hatırlayalım.
Yine Üstadın “kurmay” talebelerinden Ceylan Çalışkan’ın 34, Zübeyir Gündüzalp’in 51 yaşında, Üstadın onlar hayattayken müjdelediği şehadet rütbesiyle vazifelerini tamamlayıp berzah âlemindeki menzillerine intikal ettiklerini de.
Aynı şekilde Yeni Asya’nın ilk Genel Yayın Müdürü Mustafa Polat’ın henüz 28 yaşındayken terhis belgesini alıp şehitliğe uçtuğunu da.
Bu listeyi ilânihaye uzatmak mümkün.
Diyeceğimiz o ki, Risale-i Nur’da “ömür sermayesi” olarak ifade edilen bu dünyadaki misafirlik süresi, her insan ve her canlı için ayrı ayrı takdir edilmiş. Kimisi, Gazze’de İsrail bombalarıyla can veren bebekler gibi, daha yeni geldiği dünyaya gözünü dahi açmadan, doğruca Cennete uçuyor; kimisi gençliğinin baharında, kimisi ortayaş kuşağında, kimisi de beli bükülmüş ihtiyarlık aşamasında fâni hayata veda ediyor.
Burada asıl olan, çocuk-genç-ihtiyar ayırmadan her an Azrail Aleyhisselâmın can emanetini bizden almak üzere kapımızı çalabileceği gerçeğini hiçbir zaman hatırdan çıkarmayıp, bunun şuuru içinde ömür sermayesini heba etmemek.
Yegâne kurtuluş vesilesi olan ihlâsı elde edip korumanın da en güvenli yolu buradan geçiyor.
04.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|