İsrail’in son Gazze saldırısında görüldüğü gibi, “beşerin perişâniyetini ihzar eden (hazırlayan) gaddarlar ve kendi menfaati için insan âlemine ateş veren hodgam (kendini beğenen ve yalnız çıkarını düşünen), alçak insî şeytanlar”, çeşitli ifsadlarla mazlûmları zulme karşı kargaşayla ihtilâf ve çatışmaya sürükleme peşinde. (Kastamonu Lâhikası, 79-80)
Bediüzzaman’ın “Hutûvât-ı Sitte (Şeytanın altı aldatması)” adlı eserinin başında dikkat çektiği, “şimdi beşerde (insanlarda) insan suretinde şeytanın vekili olan ruh-u gaddar, fitnekârâne siyasetiyle cihânın her tarafına kundak sokan el hannas (şeytan)”, diye nitelendirdiği “zamanın insî şeytanları“ işbaşında. Hem zulüm yapıyor; hem de İslâm âlemini ifsad için “habis ve muzır mâdenleri fiilî propaganda ile işlettiriyor. Küresel ifsad şebekeleri, çeşitli siyasî desiselerle uluslar arası arenada insanların “zayıf damarları”nı bulup birbirine düşürtme oyununu tekrarlıyor. Medyatik araçlarla beyin yıkama ve zulmü “haklı” gösteren yönlendirme ve algılatmalarla mâsumları ve mazlûmları “suçlu” ve hatta “zulme müstehak” ilân ediyor. Tıpkı İstanbul’u işgal eden İngilizlerin, devrin propaganda araçlarıyla Müslüman halka, “Siz kendiniz de dersiniz ki, mûsibete müstehak oldunuz. Kader zâlim değil, adâlet eder. Öyle ise size karşı muâleme – işgal ve zulmüme- râzı olunuz” demesi ve dalkavuk işbirlikçileri ve propagandacıları aracılığıyla “dedirmesi” gibi…
Bediüzzaman’ın tesbitiyle, “Neûzübillah- İslâmiyetten nedâmet ve yüz çevirmek demek olan, İslâmiyetimiz için yaptığı zulme rızâ veya ihtiyarla inkıyad edilmesi (uyup, kabullenilmesi)” gibi…
“ZULME RIZÂ ZULÜMDÜR”
Belli ki bayat tuzak devam ediyor. “Dünyaperstlik”le Kur’ân’ın ifâdesiyle “her asırda zillet ve meskenet tokadını yemeye müstehak olan Yahudi milleti”, Filistin meselesindeki “ehemmiyetli hissî, millî ve dinî”yi bırakıyor. İki yüz milyonluk “koca Arabistan’da az bir zümrenin hiç dayanamayacağı çabuk meskenete gireceği” zulümler işliyor. (Şuâlar, 435)
ABD, İngiltere ve İsrail’in başını çektiği “Deccal gibi tek gözü taşıyan ikinci Avrupa” anlamındaki Batı, menhus marazla, “kendinden olmayanları” karalıyor. İsrail ve hâmisi güçler, hegemonya ve çıkarlarına kullandığı kadroları “yasal”, “kullanamadıkları”nı, ülkelerinin bağımsızlığı için direnenleri “terörist” diye yaftalıyor. Bu çarpık bakışla, savaş uçaklarıyla yüzbinlerce Filistinliyi katleden İsrail “terörist değil”, dahası Washington ve BM’nin tâbiriyle “İsrail kendini savunuyor.” Ama Filistin halkının seçtiği meşrû hükûmeti HAMAS, “terörist!” ABD’de her yıl yayınlanan onlarca “insan hakları raporları”nın hiçbirinde, ne Irak’ta ve Afganistan’da milyonlarca insanın öldürülmesi, milyonlarcasının göçle perişanlığa itilmesi, ne İsrail hapishanelerinde işkence gören binlerce Filistinlinin durumu, ne Keşmir’de Müslümanların öldürülmesi, ne de zulüm ve vahşetle çocuk, kadın ve yaşlı binlerce Filistinli sivilin katledilmesi, yer almıyor…
Kısacası Bediüzzaman’ın ifâdesiyle, “Bin mâsum çoluk, çocuk, ihtiyar, hasta bulunan bir yerde, bir iki düşman askeri bulunmak bahanesiyle bombalarla onları mahvetmek, milyonlarla mâsumun kanını heder etmek”le “hiçbir kanun-u adâlete ve insâniyete ve hiçbir dustur-i hakîkate ve hukuka muvafık gelmeyen ve milyonlarla mâsumların kanlarıyla yoğrulmuş gaddarâne zulümler” yaşanıyor.
Bu dehşetli zulümleri “çok fazla fena telâki etmemenin” dahi mûsîbete sebebiyet verdiği zâlime ve zulme meylediliyor. “Ekseriyetin hatasından ileri gelmesi cihetiyle, ekser nâsın (insanların) o zâlim eşhasın (şahısların) harekâtına fiilen veya iltizamen (tarafgirlik göstermesiyle) veya iltihaken (bizzat işleyip katılarak) taraftar olmasıyla mânen iştirak eder, musîbet-i âmmeye (umumî mûsîbete) sebebiyet verir” mânâsı okunuyor. (Sözler, 158)
ZÂLİMLERİN DAYATMASI
Zira zâlimlerle işbirliği, “Ekseriyetin hatasına terettüp eden mûsibet-i âmmenin (umumî musîbetin) devamına ve idâmesine (sürdürülmesine), belki teşdidine (şiddetlenmesine) kader-i İlâhiyeye fetva verdiriyor”; ve “biz buna müstehakız” hükmü hükmediyor. (Kastamonu Lâhikası, 24)
Görünen o ki uluslar arası ifsad şebekeleri ve zâlim güçler, Bediüzzaman’ın tahliliyle zâlimlerin “muhteris bir intikam veya müntakim (intikamcı) bir hilâfla (karşı koyan muhâlefetle) muraî (zâlim güçlere dalkavuklukla kendini şirin gösteren riyakâr) ruhtan gelen, yalancı fikirden çıkan me’şum (uğursuz, kötü) sözünü doğru göstermek için İslâmiyetin perişâniyetini arzu edenlere” ne yazık ki zulmünü alkışlatılıyor.
“Münâfıkları ehl-i imâna (Müslümanlara) musallat eden ve zındıkları yetiştiren mütemerrid (zulümde inatçı ve kibirli) kâfirlerin Müslümanlara hiçbir fayda vermeyen kılınçlarından ferec (kurtuluş) ve ferah (huzur ve gelişmişlik) ve fütûhat (zafer) bekleniyor.” (Lem’alar, 155)
Ve daha da acıklısı, işgalle, zulümle, “hançerini İslâmın ciğerine saplamış olan hasım”, bununla da kalmıyor; mazlûm Müslümanlara, “Sükût et!” diye gözdağı verip susturuyor. “Haşirdeki mizânın ancak tartabileceği dehşetli bir günâh ve zulüm” olan “Alkışla, mütelezziz ol (işgal ve zulmümden sevin), beni sev!” diye dayatıyor. Zulmüne boyun eğenleri misâl gösteriyor. (Sünûhat, 69) Kısacası zâlim güçler, zulüme râzı olanları zulmüne âlet ve malzeme edip istimal ediyor; peşinden de onlar üzerinden diğer mazlûmları “zulmüne rızâ göstermeye” ve hatta “iyi ki işgal edip zulüm yaptınız” diye “rızâya” ve hatta “alkışa” zorluyor…
Neticede “zulme rızânın zulüm olduğu, taraftar olanın, meyledenin, ‘Zulmedenlere en ednâ (en ufak) bir meyil göstermeyin; yoksa Cehennem ateşi size de dokunur” (Ahzâb Sûresi, 72) âyetindeki hakikat tecellî ediyor. (Kastamomu Lâhikası, 160)
LÂKAYD KALMAK
Başbakan İsrail'e komşu ülkelere gitti, görüştü. Ama İsrail’in Filistin’de zulmü sürüyor. AKP hükûmeti, meseleyi bir işe yaramayan “kuru kınamalar”la, beylik lâflarla geçiştirmemeli. Sokaklara dökülüp, mitingler düzenleyip kınama konuşmaları yapacak olan halktır, sivil toplum kuruluşlarıdır. Hükûmetler, salt demeçlerle değil, kararlarıyla ve yaptırımlarıyla konuşurlar.
Siyasî iktidar, milletten aldığı irâdenin hakkını vermeli; en son yaptığı 140 milyon dolarlık “casus uçak ve görsel istihbarat entegre sistemleri”nin satınalınmasından başlayarak, savunma sanayi işbirliklerini ve silâh alımları ihâlelerini iptal etmeli. Filistinlileri katleden İsrail savaş uçaklarının Konya üzerindeki “eğitim uçuşları”na son vermeli. Sulamadan tarıma, telekomünikasyondan turizme, doğal gaz hattından enerjiye varan ekonomik mutâbakatları en azından askıya almalı. Bu hususta Başbakan Demirel’in 1967 savaşında ABD ve İsrail’in İncirlik Üssünü kullanma talebini, “Müslüman Anadolu topraklarından havalanan uçakların Filistin’i ve Kudüs’ü bomlamasına, Müslümanları katletmesine müsaade etmem!” direnciyle reddettiği irâdeyi göstermeli…
Ağustos 1980’de İsrail’in Kudüs’ü başşehir yapıp Harem-i Şerif’e saldırısı üzerine Adalet Partisi hükûmetinin Kudüs konsolosluğunu kapatmasını ve Telaviv Büyükleçiliğini “kâtiplik” seviyesine indirmesini örnek almalı…
Zulme ve zâlime “en ufak bir bir meylin” ve hatta “lâkayd kalmanın” taraftar olmak anlamına geldiği hakikati hiçbir zaman unutulmamalı…
04.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|