İsrail saldırısının yeni yılda da devam etmesi, dünyanın ve Türkiye’nin gündemini bombaladı. Ekonomik kriz, mahallî seçim ve “mahalle baskısı” tartışmaları gündemin gerisinde kaldı.
İsrail füzeleriyle ölenlerin sayısı dörtyüzü aştı. İkiyüz ellisi çok ağır olmak üzere ikibinden fazla yaralı var. Buna rağmen BM ve Batı’nın bir “kınama”yı dahi çok görmesi ibret verici.
Camilerin yanı sıra ilkokullar da açıkça hedef alınıp vuruluyor. Kuşatma altındaki Gazze’nin nefes alacağı tek kapısı olan Mısır’a açılan Refah kapısı hâlâ kapalı. Elektrik ve temiz suyun bulunmadığı ilâç ve gıda ambargosundaki bölgede iki milyon insan karanlığa, açlığa ve susuzluğa mahkûm, yaralılar ölüme terk edilmiş…
Esasen daha başta güç kullanarak Filistinlilerin toprağını işgal eden İsrail’in altmış yıldır onbinlerce insanı katletmesine, Filistin mülteci kamplarını bombalamasına ve sistemli soykırımına karşı, hâlâ abluka altındaki Gazze’den atıldığı söylenen birkaç isâbetsiz füzenin bahane edilip “gerekçe” gösterilmesi, düşündürücü.
İsrail jetlerine karşı imkânsızlıklar içinde üretilen ve menzilleri 10 kilometreden 40 kilometreyi aşmayan Filistin roketleriyle 41 yılda 21 İsraillinin ve son dört yılda beş Filistinlinin öldürülmesi, bu çarpık iddianın ne denli çürük olduğunu deşifre ediyor…
“SECİYELERİNDE MÜNDEMİÇ
MÜTHİŞ DESÂTİR…”
İsrail’in Gazze’ye saldırısı yeni yılda da devam etti. Bu gidişle salt “kuru kınamalar”la vahşet ve katliâmdan vazgeçeceği görülmüyor. Zira şiddet illeti, dünyanın dört bir yanından “büyük İsrail” ütopyasıyla İsraile gelen Yahudilerin dem ve damarlarına işlemiş.
Belli ki “Onların (İsrailoğullarının) çoğunun günâha, zulme ve haram yemeye koşuştuklarını görürsün; ne kötü birşeydir onların yaptıkları!” (Mâide Sûresi, 62) âyeti ile “Onlar yeryüzünde hep bozgunculuğa koşarlar; Allah ise bozguncuları sevmez” (Mâide Sûresi, 64) ve İsrailoğullarına, “Bozgunculuk yaparak yeryüzünü fesada vermeyin” (Bakara Sûresi 60, A’raf Sûresi, 7) âyetlerinin tefsirleri tecellî ediyor.
“Onların (İsrailoğullarının) üzerine bir zillet ve meskenet damgası vuruldu” (Bakara Sûresi, 61) âyetinin işâretiyle Kur’ân’ın haber verdiği zulüm ve vahşet karakteri, “şu milletin (Yahudilerin) seciyelerinde ve mukedderâtında münderîc (yerleşmiş) olan şöyle müthiş desâtir (karakter yapısındaki esaslar) içindir ki, Kur’ân onlara karşı pek şiddetli davranıyor; dehşetli sille-i te’dib (terbiye etme tokadını) vuruyor.” (Sözler, 367)
Bu yüzden İsrail’de şiddet ve soykırım politikaları prim yapıyor; 10 Şubat’taki seçimlere doğru vahşet ve dehşette açıkça yarışıyor.
Kendilerine “Tanrı tarafından İsrail’in hizmetçiliği görevi verildiğine” inan Evanjelist – Neocon Amerikan yönetiminin, saldırıdan bir gün önce ölen Yahudi Samuel Huntington’un dönüştürdüğü “kaos teorisi”yle ve “medeniyetler çatışması” teziyle Nil’den Fırat’a uzanan “arz-ı mev’ud (vaadedilen topraklar)” idealiyle İsrail’in çatışma ve savaşlarla fitne ve fesatla terör ve kargaşa tahriki, aslında Kur’ân’da haber verilen umumî mânâsıyla “Yahudi milletinin ifsad tîneti”ni ele veriyor.
Saldırıdan iki gün önce Başbakan Erdoğan’ın “saygısızlık” olarak niteleyip gösterdiği “tepki” tarzıyla, İsrail Başbakanı Olmert’in Ankara’da Erdoğan’ı, Dışişleri Bakanı Livni’nin Kahire’de Mısır Cumhurbaşkanı Mübârek’i “bilgilendirip” “Saldırmayacağız” garantisi vermesine rağmen İsrail ordusunun işgal tarihinin en büyük saldırısını yapması, doğrusu zulmün iğrenç ikiyüzlülüğünü ortaya koyuyor.
Mübârek’in “güvence” vermesiyle Gazzelilerin normal hayatlarına devam etmeleri, okulların açık tutulması ve polis okulu mezuniyet merâsimine yapılan sadırı sonucu katliâmın bilânçosunun artıp vahşete dönüşmesi arasındaki ilinti, doğrusu insanın kanını donduruyor.
Keza Erdoğan’ın tıpkı BM ve Washington’daki tuzu kuru diplomatlar gibi, “orantısız güç”ten dem vurup, “bari orantılı güç kullanın” anlamına gelen sözleri dikkat çekici. Sahi ambargo altındaki aç ve susuz mazlûm sivillerin hangi “oran”da gücü var ki o “güç”le orantılı bir güç” kullanılması uygun olsun?
“STRATEJİK ZULME” ORTAK
“STRATEJİK ZÂLİM”…
MOSSAD (eski) ajanı Livni’nin, saldırıdan hemen önce el ele sırıtan pozlar verdiği Mısır Dişişleri Bakanı Abu El Rayt’tan “destek aldık” deyip “bu bize bu operasyonu devam ettirebilmemiz için önemli bir kredidir” demesi, zâlime ve zulme arka çıkılmasının açık bir misâli. Saldırıdan üç gün önce Olmertle görüşen Başbakan, her ne kadar “Bu konudaki spekülasyonları hazmetmemiz mümkün değil” dese de, Dışişleri Bakanı Babacan’ın da görüştüğü Mısırlı Bakanın evine İsrail Savunma Bakanı Barak ve Livni’yi dâvet edip Filistin halkının meşrû hükûmeti “HAMAS bahanesi”yle operasyon kararı aldırdığı; Olmert ile Barak’ın buna dayanarak İsrailli politikacıların yanı sıra bölgedeki Arap liderlerinin de “onayını aldığı” haberi, ecnebî zâlimlere kredi sağlayan “yerli” işbirlikçilere bâriz bir örnek oluyor. Zâlime ve zulme meyletme politikalarının kırılganlığını ortaya çıkarıyor.
Gerçek şu ki İsrail açıkça Birleşmiş Milletler kararlarını çiğniyor. Ve bugün bir kınama kararını dahi alamayan BM Genel Güvenlik Konseyi, Genel Kurul’da Filistin konusunda alınan 69 kararın hiçbirini İsrail’e uygulatmadı, uygulatamıyor.
Meseleyi yalan ve yanlışlarla tersyüz etmeye gerek yok. Türkiye, Ankara’nın da “stratejik ortak” edindiği Amerika’daki “dostları”nın oyununa gelmemeli. “Zulme en ednâ (ufak) bir meyil” göstermemeli; zâlimlerin şaşırtma ve tuzaklarına düşmemeli…
Aksi halde “zulüm projeleri”nin taşeronu olmakla “zâlimlerin satranç oyunları”nda “piyon” duruma düşülür. “Reelpolitik” perdesinde “taraftarlıkla (zâlimlerin) zulmüne rızâ gösterilerek cinâyetlere mânen şerik edilir.” (Kastamonu Lâhikası, 88)
“Beşerin zâlim kısmının cinâyetinin neticesi olan gelen felâketler”e sebebiyet veren zâlimlerin zulmüne ortak olmakla plânlanmış stratejik zulümde “stratejik zâlim” olunur…
03.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|