Birleşmiş Milletler (BM) dünya üzerinde büyük bir tahribata sebep olan korkunç İkinci Dünya Savaşı sonrasında, uluslar arası ilişkileri istikrara kavuşturmak ve barışı daha sağlam temeller üzerine oturtmak için 1945 yılında kuruldu. Günümüzde, söz konusu faaliyetlerine ilâve olarak çocuk gelişimi ve sağlığı, çevre koruma, insan hakları, yoksullukla mücadele ve ekonomik kalkınma, tarımsal kalkınma, eğitim, kadın hakları, tabiî afet yardımı, atom enerjisinin barışcıl amaçlar için kullanılması ve iş ve işçi hakları gibi pek çok alanda çalışmalarını sürdürüyor.
Bu ifadeler BM’nin kendisini tanımlamak için kullandığı cümleler tabiî ki.
Bir de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) var... Bu da BM’nin, üye ülkeler arasında güvenlik ve barışı korumakla yükümlü, en güçlü organı. Birleşmiş Milletler’in diğer organları sadece tavsiye kararı alabilirken, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin kararları, bütün üye ülkeler açısından bağlayıcılık taşıyor. Bu bağlayıcılık, üye ülkelerin tamamına yakını tarafından imzalanmış olan Birleşmiş Milletler Tüzüğü’nde de açık bir şekilde belirtilmiş durumda. BMGK’da 15 üye ülke bulunuyor. Bu ülkelerden 5 tanesi daimî üye, 10 tanesi ise seçilmiş üyelerdir. Seçilmiş üyeler geçici bir süreliğine BMGK’ya atanırlar. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde, kararları veto etme hakkı bulunan daimî üyeler Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya’dır. Bunun haricinde de dediğimiz gibi 10 geçici üye bulunuyor. 2009 yılı ile birlikte, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi geçici üyeliği resmen başladı. Güvenlik Konseyi’nde geçici üye olarak 48 yıl sonra ilk kez temsil edilecek olan Türkiye, 17 Ekimde yapılan seçimde, 151 oy alarak üye seçilmişti. Türkiye’nin BMGK geçici üyeliği, 31 Aralık 2010 tarihinde sona erecek.
Bunları neden anlattığımıza gelince. Son günlerde Gazze’de yaşanan insanlık dramına BM’nin sadece seyirci kalmasını hemen herkes eleştirmişti. Biz de eleştirenler arasındaydık tabiî ki.
Ancak BM’nin yapısından da anlaşılacağı üzere kendilerinin iddia ettiği gibi üye ülkeler arasında güvenlik, barış ve adaleti sağlamak gibi bir vazifeyi deruhte etmekten çok uzak bir görünüme sahiptir. BM’nin sadece tavsiye kararlar alabilmesi, yaptırım gücü olan kararların alındığı BMGK’da ise 5 daimî üyenin herhangi birinin vetosuyla her şeyin değişebilmesi bu uluslar arası kuruluşu yanlı ve yaptırım gücü zayıf bir hale sokmaktadır. Baktığımız zaman BMGK gibi önemli bir organın asıl söz sahibi olan daimî 5 ülkesi arasında hiçbir Müslüman ülke bulunmamaktadır. Hâl böyle olunca dünyanın en sorunlu ve savaşlı bölgeleri olan Müslüman coğrafyasının kaderi konusunda söz sahibi olan ülkeler hep gayrimüslim ülkeler ve onların temsilcileridir.
Peki bu BMGK nasıl karar alıyor diye soracak olursak: Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararları, üye ülkeler tarafından verilen bir önergenin, 15 üye ülkeden 9’u tarafından kabul edilmesi ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Daimî Üyesi ülkelerden birinden ret oyu almamış olması şartıyla alınır. Yani 9 olumlu oya karşın bir tek daimî ülkenin ret oyu kararı geçersiz kılabilmektedir.
Daha trajik bir gerçeği sizinle paylaşmama izin verin lütfen. Zira BM’de veto yetkisine sahip beş daimî ülke olan Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, Çin Halk Cumhuriyeti, Fransa ve İngiltere aynı zamanda dünyanın en çok silâh üreten ve pazarlayan ülkeleridir. Sadece Çin, Almanya’dan sonra altıncı durumdadır. Dünya silâh ticaretinin baş aktörlerinden oluşan Güvenlik Konseyi Ülkeleri’nin dünya barışına kalıcı katkıda bulunacak kararlar verebileceğine, biz de dahil olmak üzere bir çok çevreler şüpheyle bakmaktadır.
Zira hem tarihteki örneklerine (Kore Savaşı (1950) ve Körfez Savaşı kararları (1990-1991), Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından onaylanmıştır) hem de son yaşanan Gazze’deki olaylara BM’nin yaklaşımına baktığımızda bu şüphelerimizde haklı olduğumuzu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bir Arap gazeteci, BM Ortadoğu Özel Koordinatörü Robert Serry’e soruyor: “Eğer bugün Filistinliler yerine İsrailliler aynı durumda olsalardı dünya alt üst olurdu, neden birşeyler yapılmıyor?” Serry’de serin kanlılıkla cevaplıyor: “BM olarak ihtilâfı durdurma konusunda biz çok etkiniz ama bu konuda herkese ihtiyacımız var. BM Genel Sekreteri, hem Hamas’ın roket saldırılarını hem de İsrail’in aşırı ve sorumsuz askerî saldırılarını kınadı.”
Aslında sadece bu cevap bile BM’nin ne olduğunu ve ne olamayacağını gayet açık gösteriyor. Demek oluyor ki ya bu BM’nin yapısı ve işleyişi değiştirilecek yahut Müslüman ülkeler üzerinde odaklanan dünyanın sorunlarına daha farklı yöntem ve oluşumlarla çözüm aranacak. Sözgelimi daimî üyeler arasında Arap Birliği’nin temsilcisi olan bir ülke ya da başka bir Müslüman ülke meselâ Türkiye eklemlenebilir. Belki o zaman daha adil bir yapıya kavuşabilir. Tabiî böyle bir yapı silâh taciri olan ülkelerin işine gelir mi? Hiç sanmıyorum...
O zaman zalim ülkeler mazlûmların kanını bıkmadan dökmeye, BM’deki mösyöler de bıkmadan kınamaya devam edecekler... Ta ki İlâhî adalet nihaî hükmünü koyana kadar...
04.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|