|
|
Hadis-i Şerif Meâli
Küçük çocuğun birşeyi hafızasına alması taş üzerine kazılan nakış gibi kalıcıdır. Kişinin yaşlandıktan sonra birşeyi hafızasına almaya çalışması ise, su üzerine yazı yazmaya benzer.
Câmiü's-Sağîr, No: 1972
|
21.01.2009
|
|
Şu medeniyet en dehşetli vahşetlere fetva veriyor
“Hıçbır günahkâr başkasının günahını yüklenmez.”1 İşte siyaset-i şahsiye, cemaatiye, milliyeye dair en âdil bir düstur-u Kur’ânî.
“Gerçekten insan çok zâlim, çok câhildir.”2 İşte mâhiyet-i insaniyede dehşetli kabiliyet-i zulüm. Sırrı şudur:
Beşerde, hayvanın aksine olarak, kuvâ ve müyul fıtraten tahdit edilmemiş. Meyl-i zulüm, hubb-u nefis dehşetli meydan alıyor.
Evet, ene ve enaniyetin eşkal-i habîsesi olan hodgâmlık, hodbinlik, hodendişlik, gurur ve inat o meyle inzimam etse, öyle ekberü’l-kebâiri icad eder ki, daha beşer ona isim bulmamış. Cehennemin lüzumuna delil olduğu gibi, cezası da yalnız Cehennem olabilir.
Evvelâ: Şahıs itibarıyla, bir şahıs çok evsafa câmîdir. Onların içinde bir sıfat, adâveti celb etse, birinci âyetteki kanun-u İlâhî iktiza eder ki, adavet o sıfata inhisar etsin, mecma-i evsâf-ı masume olan şahsına yalnız acısın ve tecavüz etmesin.
Halbuki o zalûm-u cehûl, tabiat-ı zâlimaneyle, bir câni sıfat için, o evsaf-ı mâsumenin hakkına da tecavüz edip, mevsufa da husûmet, hattâ onda da iktifa etmiyor; akrabasına da, hattâ meslektaşına da zulmünü teşmil eder. Birşeyin müteaddit esbabı olduğundan; olabilir, o câni sıfat da kalbin fesadından değil, belki hariç bir sebebin neticesidir. O halde sıfat caniye değil, kâfire de olsa, o zat câni olamaz.
Cemaat itibarıyla görüyoruz ki, bir şahs-ı muhteris, bir intikamla veya muntakim bir muhalefetle, arzuyu tazammun eden bir fikirle demiş ki, “İslâm parçalanacak veyahut hilâfet mahvolacak.” Sırf o meş’um sözünü doğru göstermek, gururiyetini, enaniyetini, tatmin etmek için, İslâmın perişaniyetini—el’iyazübillah—uhuvvet-i İslâmiyenin boğulmasını arzu eder. Hasmın zulm-ü kâfiranesini, hayale gelemez cerbezeli tevillerle adalet suretinde göstermek ister.
Medeniyet-i hazıra itibarıyla görüyoruz ki, şu medeniyet-i meş’ume öyle gaddar bir düstur-u zulüm beşerin eline vermiş ki, bütün mehasin-i medeniyeti sıfıra indiriyor. Melâike-i kiramın, “Yeryüzünde fesat çıkarıp kan dökecek birisini mi yaratacaksın?” (Bakara Sûresi, 2:30.) (âyetin)’deki endişelerinin sırrını gösteriyor.
İşte, bir köyde bir hain bulunsa, o köyü mâsumeleriyle imhâ etmek veya bir cemaatte bir âsi bulunsa, o cemaati çoluk çocuğuyla ifnâ etmek veya Ayasofya gibi milyarlara değer mukaddes bir binaya, kanun-u zâlimanesine serfurû etmeyen birisi tahassun etse, o binayı harap etmek gibi, en dehşetli vahşetlere şu medeniyet fetva veriyor.
Acaba, bir adam, kardeşinin günahıyla hak nazarında mes’ul olmadığı halde, nasıl oluyor ki, bir karyenin veya bir cemaatin binlerle mâsumları, hiçbir zaman fena tabiatlı ihtilâlciden hâli kalmayan bir şehirde veya bir mahallede bulunan bir serkeş adamın isyanıyla, hiç münasebet olmadığı halde, o mâsumlar mes’ul, belki ifnâ ediliyor?
Sünûhat, s. 39-42
Dipnotlar:
1- En’âm Sûresi: 164 2- Ahzâb Sûresi: 72.
LUGATÇE:
siyaset-i şahsiye, cemaatiye, milliye: Millî, cemaatî ve şahsî siyaset.
mâhiyet-i insaniye: İnsanın esası, içyüzü, aslı.
kuvâ: Hisler, duygular, kuvvetler.
müyul: Meyiller, yönelimler.
fıtraten: Yaratılışça.
tahdit: Sınırlama.
meyl-i zulüm: Zulüm meyli.
hubb-u nefis: Nefsi sevme, kendini beğenme.
ene: Ben, benlik duygusu.
eşkal-i habîse: Pis, kötü şekiller.
hodgâmlık: Yalnızca kendini dert edinerek.
hodbinlik: Bencillik.
hodendişlik: Kendi için endişe etmek.
inzimam: Birbirine ilâve olunma, katılma, eklenme.
ekberü’l-kebâir: Büyük günahların en büyüğü.
adâvet: Düşmanlık.
mecma-i evsaf-ı masume: Masum vasıflar topluluğu.
zalûm-u cehûl: Çok cahil ve zalim.
tabiat-ı zâlimane: Zalim tabiat.
mevsuf: Vasıflanan, bir sıfatla tavsif edilen.
teşmil: Yayma, genişletme.
esbab: Sebepler.
şahs-ı muhteris: Hırs sahibi şahıs.
uhuvvet-i İslâmiye: İslâm kardeşliği.
medeniyet-i hazıra: Şimdiki medeniyet.
medeniyet-i meş’ume: Kötü medeniyet.
mehasin-i medeniyet: Medeniyetin güzellikleri, iyi yönleri.
ifnâ: Yok etme.
serfurû: Baş eğme.
tahassun: Sığınma.
karye: Köy.
|
21.01.2009
|
|
Bir "ben" gibi olabilmek
Nezâfet, bugünün tâbiriyle temizlik, kapsamı ve anlamı oldukça geniş bir arınma, yönelme, derlenme amelinin; hatta, bir yaşama biçiminin adıdır.
Temizlik, bir insânî fiildir.
İnsanın her türlü düşünce kirliliğinden arınması, bir temizlik ameliyesidir. İnanç ve itikat konusundaki yanlış bilgilerden; dinine, dünyasına hiçbir fayda sağlamayan ilimden; günlük hayatta kullanılma imkânı bulunmayan siyasî ve ictimâî malûmât tortularından silkinmek, sıyrılmak; temizlenmek ve tâhir olmaktır.
Başkası hakkında güzel şeyler düşünmek, onlara güzel hizmet verebilme niyeti taşımak; ahirete hazırlık maksadıyla güzel fiiller yaparak Yaratıcının hoşnutluğunu kazanma gayretinde olmak; eşyaya güzel bir nazarla ve Sanatkârı hesabına bakmak temiz bir kalbin, berrak bir düşüncenin neticesidir.
İbadet, kalben, zihnen, fikren temizlenmiş bir başın Mevlâ’ya boyun eğerek secdeye gitmesi değil midir? Her türlü ibadetin ilk şartı maddî ve fizikî temizliktir. Hadesten temizlenmek için abdest alıp gusletmek yeterliyken; necasetten temizlenmenin sınırı, hem kişinin bedeni hem de çevresiyle ilgili temizlik boyutunu zorunlu kılmaktadır. Yani, elimiz, yüzümüz, üstümüz başımız, namaz kıldığımız seccademiz ve nihayet namaz kılınacak mahallin temizliğine varıncaya kadar geniş bir ilgi ve sorumluluk alanı oluşturmaktadır.
Bir Müslüman’ın saçı, sakalı, kıyafeti temiz ve bakımlı olduğu gibi; oturup kalktığı yerin temiz; yiyip içtiği gıdanın da hijyene ve emre uygun olması gerekiyor. Resûlullah (asm) ashâbından bir gruba hitab ederek: “Siz kardeşlerinize gideceksiniz; bineklerinizi düzeltin, elbiselerinizi düzeltin ki; insanlar arasında ‘bir ben gibi’ olabilesiniz. Allah çirkini ve çirkinliği sevmez” 1 buyurmuştur.
Demek ki Müslüman, İslâmî hayat tarzıyla örnek olduğu gibi, dışa bakan yönüyle de toplum içinde nümûne-i imtisâl olmalıdır.
Temizlik, medeniyetin mi’yârıdır.
Temizlik, insanların tamamını yakından ilgilendirir. Temizlik olmazsa ibadet olmaz; çünkü temizlik ibadetin önde gelen şartlarındandır. Temizlik olmazsa sağlık da olmaz. Temizlik olmayınca, dünyada basılacak yer de kalmaz.
Cenâb-ı Hak Mâide Sûresinin altıncı âyetinde:
“Allah size güçlük dilemez. Fakat sizi tertemiz etmek ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister. Tâ ki şükredesiniz” buyurmuştur.
İslâm’ın, Müslüman’ı maddî ve mânevî yönden daima temiz tutmadaki özeni temizlik ve sağlığa verdiği önemi gösteren bir delildir. Bu, İslâm’ın, giyimde ve temizlikte, toplumun ve kişinin sağlığı konusunda, bulaşıcı hastalıkların yayılmasından korunmada en güzel örnek olduğunu gösterir.
Beden ve ruh temizliğine özen gösterdiğimiz gibi, çevre temizliğine de önem vermeliyiz. Oturduğumuz oda, kullandığımız masa ve kapımızın önünden tut; caddeler, sokaklar, bahçeler, kırlar; denizler, çaylar; teneffüs ettiğimiz havanın kaynağı olan atmosfere kadar hepsinin, yani “çevre”mizin temizliğinden bizler sorumluyuz.
Masasını temiz, tertipli bulunduran kişi, otomobilinin kül tablasındakı çöpü, izmariti, tutup, camdan caddeye boşaltmaz. Kapısının önünü temiz tutmaya özen gösteren, evinden çıkan molozu yeşil alanlara, yol kenarlarına, insanların istifade ettiği kırlara, bayırlara ne döker, ne de dökülmesine göz yumar. Çünkü, çimenin, çiçeğin, papatyanın, böceğin yer aldığı yerler umumun istifade ettiği, tefekkür ettiği değerlerdir. Bunu bilir.
Mesire yerlerini, piknik alanlarını kullandıktan sonra tertemiz bırakarak kendinden sonrakileri gözetmek elbette ki insana, özellikle Müslüman’a yakışan örnek davranışlardandır.
Bu hassasiyetteki bir insan, şırıl şırıl akan pırıl pırıl suları kirletebilir mi? İnsan olan insan, başkasına zarar verecek davranışta bulunabilir mi?
Köyleri, şehirleri, caddeleri sokakları, kırları bayırları kullanma hürriyetine sahip olan insan; yakması, yıkması, atması ve neticesinde ortaya çıkacak nezâfetsizliğiyle başkalarına zarar verme hürriyetine sahip değildir. Bediüzzaman:
“Hürriyetin şe’ni odur ki; ne nefsine, ne gayriye zararı dokunmasın” 2cümlesiyle hürriyetin çerçevesini çizmiştir.
Ebû Hüreyre’nin (ra) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (asm):
“Bütün gücünüzle temiz olmaya çalışınız. Çünkü Allah, İslâm binâsını temizlik üzerine kurmuştur. Cennete de ancak temiz olanlar girer”3 buyurmaktadır.
Nezâfette, nezâkette, bir “ben” gibi belirgin olmak Müslüman’ın şiârı ve ayırt edici özelliklerindendir.
Yani, Müslüman gibi olabilmektir…
Dipnotlar:
1- İslâm Fıkhı Ansiklopedisi, 1:69 (Müsned)
2- Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat,72.
3- Câmiü’s-Sağîr, 2:836.
|
ALİ RIZA AYDIN
21.01.2009
|
|
Ayırdılar sizi bizden
Ayırdılar sizi bizden, bizi sizden ayırdılar,
Hilâfet gömleğiyle, muhabbeti sıyırdılar,
Meş’ûm ihtilâfı atıp, husûmet duyurdular,
Uyanın ehl-i İslâm, ehl-i iz’ân uyanın.
Komşusu aç iken, tok olup yatmaz idi Peygamber,
Yanıbaşında can verene, vermezsin hiçbir değer,
Bu azgın kıvılcım, bir gün size de değer,
Uyanın konu komşu, kardeş bacı uyanın.
Kader fetvâ vermiştir hâlinin nicesine,
O’nun yanında malûm inceden incesine,
Kulak ver kardeşinin o inleyen sesine,
Uyanın ehl-i safâ ol Mustafâ (asm), uyanın.
Çoluk çocuk demeden katlediyor bu cani,
Hedefinde mabedler, vurulan bir çok cami,
Hani ortak değerler, hani kardeşlik hani,
Uyanın Ortadoğu, Müslümanlar uyanın.
Arıyor Osmanlıyı, bütün bir Ortadoğu,
Osmanlı el çekince, esaret buldu çoğu,
Tefrika tohumunu saçıp saçıp gittiler,
Huzur, güven kalmadı, dostluğu mahvettiler.
Nerde insan hakları, o insancıl dernekler,
Bunlar insan değil mi, ne kadar ölecekler,
Nerdesiniz insanlar, sorarım nerdesiniz,
Ayaklanın ehl-i hak, arşa çıksın sesiniz.
Nerdesiniz şairler, feryâd edip inleyin,
Yere bir kulak verin, o feryadı dinleyin,
Bu son bulmaz vahşeti usulünce söyleyin,
Uyanın ehl-i kalem, ehl-i kitap uyanın.
Dolmadı mı Allahım mü’minlerin çilesi,
Günden güne artıyor kullarının firesi,
Nedir bu azgın kavmi durdurmanın çaresi,
Çare sende, Kudret sende, meded sende Allah’ım!
EYÜP OTMAN
|
21.01.2009
|
|
|
|