Yine dönüp kendime baktım. Kâinat içinde görünmez bir nokta olduğumu düşündüm. Ben bir insan olarak yaratılmıştım. İnsanlığın babası Hz. Âdem dünyaya gönderilirken, benim binlerce yıl sonra dünyaya misafir edileceğim de takdir edilmişti. Aradan bin yıllar, yüz yıllar geçti. Sıra benim de dünyaya ayak basmama gelir miydi acaba? Upuzun yıllar nasıl geçecekti? Bu bekleyişe tahammül mümkün müydü ki?
“Bütün gelecekler yakındır” gerçeği bilinse de, insanlar sanki gelecek zamanlar gelmeyecek gibi hareket etmektedirler. Geçmişten ibret alınmaz bile. Oysa ne zamanlar gelip geçmişti bu fani dünyada? Bin yıl yaşayanları bile misafir etmişti bu ihtiyar dünyamız. O zamanlar onun da gençlik zamanlarıydı. Dağları ve ovaları şimdikinden çok daha yemyeşil idi dünyanın. Hayvanların hayat sevincine diyecek yoktu. Çünkü daha insanlar dünyanın her tarafına yayılmamışlardı.
Gün oldu devran döndü, gittikçe değişti dünya şartları. Ömürler kısaldı, dağlar yeşilliklerini kaybetti, ovalar çorak olmaya başladı. Hayvanlar tenhalara sığınmak zorunda kaldı. Çünkü insan nüfusu gittikçe yeryüzünü kaplıyordu. Çok değil, belki yarım asır önce bile yaban hayvanlarının sürüler halinde koşuştuğu yerlerde şimdilerde bir böceğe bile rastlanmamaktadır. Sânii’ni tanıtan bu mükemmel dünya karartılmak isteniyor. Rabbini tanıtmak isteyen masum canlılara kıyılıyor. Güzelliklere güzellik katmak isteyenler de garip görülüyor. İnsanlığı sahil-i selâmete ulaştıracak Kur’ânî ve Muhammedî (asm) yol görmezden geliniyor.
“Pür şer beşer” dünyamızı bu hâle getirdi. Onlar hep bu dünyada kalacaklarını düşündüler. Ölümler bile, acılar içinde kıvrandıran hastalıklar bile onların ıslâhına yetmedi. Kalblerini karartıp, akıldan istifa edenlerdir dünyamızı mahvedenler. İpini koparıp, başıboş bir şekilde dolaşanlar hayvanlara özendiler. Oysa ki hayvanlar masumdu. Onlar “pür şer” değillerdi çünkü. Ya insan? İnsanlığını bilenler nisbeten masum kalsalar bile, insanlıktan çıkanlar bütün yaratılanların başına belâlar getirdiler.
Şimdi ben kendi insanlık ailemi düşünüyorum... Ne badireler atlatmış benim insanlık ailem? Ne caniler çıkmış bu yaratılanların en mükemmeli olanlardan? Tüyleri diken diken eden cinayetlerle asırları mahv etmiş ne yazık ki bu insanlarımız. Geriye dönüp baktığımızda, iyilere özlem duyuyor, kötülere ise kahr oluyoruz.
Düşündükçe kendimi arıyorum bu karmakarışık âlemde. Bazen kendimde bile kendimi bulamıyorum. Bazen uzaklara gidiyorum. Halbuki aradığım bana benden yakın. Nefsim ve şeytanlar beni hep uzaklıklarla avutuyor. Beni benden uzaklaştırıyor, gerçeklerimle beni buluşturmak istemiyorlar. Müthiş planları, öldürücü silâhları, çekici zehirli balları var onların. Su uyusa bile o düşmanlarım uyumuyor. Gafletli hallerimi büyük bir sinsilikle bekliyorlar. Kalbime kara lekeler bırakıyor, ruhumu karanlıklara itiyor, aklımı öldürücü yaralarla çelmeye çalışıyorlar.
Beni ebedî güzelliklere kavuşturacak güzelliklerimden uzaklaştırmak istiyorlar. Fani âlemi bana ebedîleştirecek yollarımı kapatmaya çalışıyorlar. Hayatımın her saniyesine tuzaklar kuruyorlar. Bütün stratejileri düşmanlık etmek ve düşmanlık ekmek üzerinedir. Muhabbete giden yollara barikat koyuyor, habire günah oklarını kalplerimize saplıyorlar. Kolay değil bizim işimiz. Yatmakla, uyumakla koruyamayız insanlığımızı. Gücünü Arş-ı Âlâ’dan alan zırhlara ihtiyacımız vardır. Zırhlarla kendimizi koruyamazsak kurtulamayız bu şedit imtihan dünyasından.
Bize bizden yakın O'lana yaklaşmalıyız. Bizi uzaklara götürüp yabancılaştırmak isteyenlere kanmamalı, bütün çabamızla kendimizi tanımalıyız. Sahibimizi, Malikimizi düşünmekten, O’na sığınmaktan başka çaremiz yoktur. Düşman devamlı saldırıdadır. Sığınaklarda Kâinatın Yüce Rabbine yalvarmalı, yakarmalıyız. İnsanlık İslâm binasına girmelidir. Bu bina tanınmalı ve insanlar orada kendilerine gelmeli, insanlıklarını bulmalıdırlar.
19.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|