Herkes söyledi, ama biz bir defa daha tekrarlayalım: İsrail’in Filistinlilere reva gördüğü zulmü kabul etmek bir yana, izah etmek bile mümkün değildir. Hele hele Gazze’deki katliâm karşısında, ‘dünya barışı’nı temin iddiasında olan Birleşmiş Milletler gibi kurumların suskunluğunu anlamak da mümkün değildir.
İlk olmamakla birlikte, İsrail’in Gazze’de tekrarladığı zulüm ancak ‘insanlık ile savaş’ olarak yorumlanabilir. Ama bu güne kadar hem ‘insanlığı’ hem de ‘fıtratı/yaradılışın gereği’ni mağlûp eden/ortadan kaldıran olamamıştır. Aynı zamanda, küfrün devam edebildiği, ama zulmün ilâ nihaye devam edemediği de tartışmasız bir gerçektir.
Bu pencereden hadiselere bakıldığında, İsrail’in yaptığı zulmün nihayetinde sona ermeye mahkûm bir zulüm olduğu, ama bunu çabuklaştırmanın da BM gibi ‘kurum’lardan ziyade ‘insanlığın’ elinde olduğu söylenebilir. Çünkü Birleşmiş Milletler gibi kurumlar, belli ülkelerin aleyhinde olan kararlara imza atmıyorlar. Atsalar bile, uygulama imkânı bulunmuyor ve görünüşte zalim izzetinde, mazlûm zilletinde kalmaya devam ediyor. Belki de BM gibi kurumları harekete geçirmek için de topyekûn insanlığın ayağa kalkması, devam eden bütün zulümlere ‘dur’ demesi gerekir.
Bazı okuyucular, bu ve benzer yazılar üzerine mesaj gönderip “Yazı ile tel’in etmek çare değil. Daha etkili protestolar yapılsın” diyorlar. Onlar da haklı, ama bu yazılar ve sözler nihayetinde —İnşallah— ‘duâ’ yerine geçer ve boşa gitmez. Unutmamak lâzım ki, duânın tesiri de çok büyüktür. Yeri gelir, ihlâsla yapılan bir duâ/bedduâ orduları ve hatta ülkeleri hizaya getirebilir.
Bu noktada Türkiye’yi ‘idare edenler’in de bazı sorumlulukları vardır. Kamuoyuna yapılan konuşmalarda güzel sözler sarf ediliyor, ama iş bunları icra safhasına koymaya gelince sanki başka kimliklere bürünülüyor. Meselâ yöneticilerimiz haklı olarak Birleşmiş Milletler ya da benzeri kuruluşlardan İsrail’i durduracak adımlar atmasını istiyorlar. Elbette bu taleplerinde çok haklılar. Fakat aynı konularda kendilerinin de bir şeyler yapması gerektiğini hatırlatanlara da “Biz burada ‘bakkal dükkânı işletmiyoruz, devlet idare ediyoruz” mealinde sözler sarfediyorlar. Tabiî ki bakkal dükkânı değil, 70 milyonluk bir ülkeyi idare ediyorlar; ama zaten onlardan “bakkal idarecisi”nin yapması gereken şeyler istenmiyor ki! Bakkal idare edenlerden “ucuz ekmek” ya da “borçları deftere yazması” istenir. Türkiye’yi idare edenlerden ise, “İsrail’le yapılan antlaşmaları askıya alması, İsrail’i ciddî ikaz etmesi, Gazze’deki zulmün sona erdirilmesi için adım atması” isteniyor.
Bu talepleri yerine getirmek elbette kolay değil. Zaten kolay olsa herkes yapar. Hükümet olmak ve iddialı olmak bunun için değil mi? Önemli olan herkesin yapabildiğini değil, ‘zor’ olanı yapmak değil mi? “Biz koca bir ülkeyi idare ediyoruz, bakkal idare etmiyoruz” diyenler BM yetkilileri de; “Biz bir ülkeyi değil, koca dünyayı idare ediyoruz. Bu taleplerinizi yerine getiremeyiz” dese bizimkiler ne diyecek?
Türkiye’yi idare edenlerin elbette ‘doğru’ konuşmalar yapmasını istiyoruz, ama bir o kadar da ‘doğru işler, doğru adımlar, doğru kararlar’ almasını istiyor ve bekliyoruz. Aksi halde hem inandırıcılıkları yok oluyor, hem de Gazze’deki zulüm sona ermiyor...
19.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|