İki fotoğraf… Biri ülkemden, diğeri sınırlarımızın ötesinden. İkisinden de kan damlıyor.
Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü / Ölürsem kurtuluştan önce yani / Alıp götürün / Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni /…/ Tepemde bir de çınar olursa / Taş maş da istemez hani… diyen şairdi Nazım Hikmet. Dört nala kopup uzak Asya’dan / Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan / Bu memleket bizim… mısralarıyla memleketinin hür havasını “birlikte” solumak hevesindeydi. Sevmeseniz de, hoşlanmasanız da bu memleketin çocuğuydu. Hoş göremediğimiz fikirlerinin kovduğumuz bedeniyle yok olacağını düşünmüştük. Bugün “hikmet-hükümet”i her şeyin önüne geçen, eğilmeyen, hiç bükülmeyen halimizle, “Devletçe” özür diliyoruz Nazım Hikmet’ten.
Biz İstiklâl Marşı’nın vatan sevdalısı şairinin peşine polisler takıp onu Mısır’a kaçırtan bir coğrafyadayız. “Karşımda müthiş bir yangın var, içinde evlâdım tutuşmuş yanıyor” diyerek evlâdını kurtarmaya koşanlara çelme takmayı, onları zindanlarda çürütmeyi marifet sananların ülkesindeyiz. Kimilerini sürgünlerde çürütmüşüz, kimilerini korkutmuşuz, yıldırmışız, kimilerini faili meçhuller listesine yazdırmışız. Kimler girmemiş ki kendilerini bu memleketin asıl sahibi sananların öldürücü mengenesine. Toprak altına gömdüğümüz silâhlarla kimlerin kanına girmemişiz ki… Tarih kitaplarımız yazmasa da öylesine acı hikâyelerle doludur ki tarihimiz.
Korku imparatorluğundan bahsediliyor ya bugün. Bir aydınlık projesi olarak üretilen Cumhuriyet’i, diktacı tutumlarıyla bir “korku cumhuriyeti” haline getirenlerin “yavuz hırsız” rolüne soyunduğu ülkedir burası. Cumhuriyetin kuruluşundan beri, kendisi gibi düşünmeyenleri yok etmeye çalışan, kendi gibi konuşmayanları yok sayan, dışlayan, aşağılayan, yıldıran ve ilanihaye bunun böyle gideceğini sanan zavallıların ülkesi…
Beşer, zalûm u cehûl…Ülkem, dünyanın küçük bir aynası sanki.
Geçtiğimiz günlerde vefat eden meşhur “Medeniyetler Çatışması” adlı kitabın yazarı Huntington’un “çatışmacı” projelerinin uygulandığı bir dünyadayız. Huntington nasyonalist kafa yapısıyla kimlerin eline silâhları tutuşturmamış ki… Özgürlüklerin genişletilmesinin barışı sağlayamayacağını savunan Huntington’un statükocu görüşleri, vicdanı paslanmış siyasetçiler için yol göstericiydi. Barış, hukukun üstünlüğü ve ekonomik özgürlük gibi değerlerin uluslar arası ilişkilerde işe yaramayacağını söylüyordu Huntington. İşte İsrail… Adı adıma, yüreği yüreğime, inancı inancıma benzeyen “benler”i katleden katil! Bugün İsrail vahşetini uluslar arası hukuk ya da ahlâk-vicdan açısından sorgulayabiliyor musunuz? “İsrail’in kimsenin onayına ihtiyacı yok. Bu konuda Amerikalıların ve Avrupalıların ne dediği beni ilgilendirmiyor. Kimsenin bize verecek ahlâk dersi yok” diyerek hukuk tanımaz sözleriyle İsrail İçişleri Bakanından cevabı alıveriyorsunuz. Hoş, Irak’ı işgal ederek İslâm’ın kutsal beldelerini yağmalayan, binlerce çocuğun kanına giren ABD, İsrail’e ne diyecekti ki!
“Mutluluk, hür bir ülkede, hür insanlar arasında, istediğin bir şey yapabilmektir” diyordu Goethe. Birilerinin benim adıma karar vermeye kalktığı, benden habersiz beni dönüştürmeye çalıştığı, seçtiklerime saygı göstermediği, ekmeğime kan doğradığı ülkemin bu fotoğrafıyla, Ergenokon kafalıların dünyayı kana buladığı bir dünya fotoğrafı bize mutluluk habercisi olabilir mi?
İki fotoğraf da aynı şeyi anlatıyor aslında. Mücadele devam ediyor. Alayı illiyyîn- esfel-i safilîn taraftarları arasında, bir hikmet çerçevesinde çatışmalar sürüp gidiyor. Asıl mutluluk fotoğrafı da buradan çıkıyor.
13.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|