İslâm dünyası denince derin derin düşünür, bazen ürperir, bazen de gözyaşlarımı tutamam. İnsan bazen sevinçten ağlar, bazen de elemden, ıztıraptan, vefasızlıktan ağlar. Ben İslâm dünyasına son üç kelimeyle bakar ve ağlarım. 2009 itibarıyla Asya, Afrika ağırlıklı haritada ve kara parçalarında 57 İslâm ülkesi görülmektedir. Ne garip bir görünüm ki; bu muazzam genişlik içinde, bir nokta hâlinde olan ve 21 bin km²’lik toprağa ve takriben 6 milyon nüfusa sahip İsrail devleti ile baş edemiyor ve onun dümen suyundan çıkamıyorlar. Ayrıca İsrail, 150 civarında nükleer silâhı ile dünya ülkeleri arasında yer almaktadır.
Gazze veya Gazze şeridi diye anılan toprak parçası, İsrail’den dışlanan bir mahalle gibidir. 1948 Arap-Filistin Savaşı sırasında İsrail’den kaçan veya atılanlardır. Avamî lisanla dünyanın en büyük açık cezaevidir. 360 km²’lik alanında 1.4 milyon insan barındırır. Gazze şeridi hiçbir ülke tarafından bağımsız bir devlet veya devlet bölgesi olarak kabul edilmez. Dünyada İsrail’in bir parçası olarak kabul edilir ve İsrail-Filistin arasında bir anlaşmayla geleceği belirlenecek bir bölge olarak tanımlanır. İsrail ile 51 kilometre ve Mısır ile 11 kilometre uzunluğunda kara sınırı vardır. Akdeniz’de 40 kilometre uzunluğunda bir sahil şeridine sahiptir. Nüfus artışı % 4 seviyesindedir. Bölgede yaşayanların % 99’undan fazlası Filistinli Müslüman ve % 0.7’si Filistinli Hıristiyan’dır.
27 Aralıktaki hunhar katliâm öncesi iki nokta dikkatimi çekmiştir. Birincisi; İsrail başbakanı Olmert Ankara’ya geliyor, ülkesine döndükten dört gün sonra Gazze saldırısı başlıyor. İsrail başbakanı Olmert Ankara’ya gelmeden bir hafta önce kararlaştırıldığı ortaya çıkıyor.1 İkincisi ise; Rahip Nathanel Kapner de Yahudilerin iki bayramına birden denk gelen Gazze saldırısını şöyle değerlendiriyor: “İsrail’in Gazze’deki sivil halka karşı olan canavarca saldırısı, 27 Aralık 2008’de Deccal Festivali Hanuka’da başladı” diyor.2
Biraz daha geriye gittiğimizde 1950’li yıllarda DP iktidarı döneminde, Hz. Bediüzzaman’ın Menderes hükümetine gösterdiği hedefler içinde de yer aldığı tarzda, merhum Adnan Menderes Bağdat Paktı’ndan önce Ortadoğu turlarına ve istişârelerine çıkar. İran, Mısır, Suriye ve Suudi Arabistan Pakt’a karşı şiddetli cephe aldılar. Bu durum karşısında Türkiye ve Irak, 24 Şubat 1955’te Bağdat Paktı’nı imzaladı. Kısa bir müddet sonra da, 4 Nisan 1955’te İngiltere, 23 Eylül 1955’te Pakistan ve 3 Kasım 1955’te de İran Bağdat Paktı’na katıldılar ve böylelikle Bağdat Paktı “CENTO” adını aldı.
İstikbali kurtaracak olan bu harekât karşısında, Rusya ve bazı gafil Arap liderler fitneyi başlattılar. “Bu Pakt, İsrail’e yardım” gibi iftiraya başladılar ve 21 Nisan 1956’da Mısır-Suudi Arabistan-Yemen savunma antlaşması imzalandı. Ortadoğu’da Bağdat Paktı’na mukabil bir blok ortaya çıktı, ittihadın düşmanı zındıka komiteleri de harekete geçti. 14 Temmuz 1958’de Irak’ta General Abdülkerim Kasım, bir darbe ile yönetimi ele geçirdi. Kral Seyyid Faysal başta olmak üzere iktidar üyelerini acımasızca öldürdü. 2 yıl sonra da Türkiye’de C. Gürsel başkanlığında 27 Mayıs 1960 askerî ihtilâlinde, başta merhum Adnan Menderes olmak üzere Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan gibi devlet adamları hunharca idam edildi ve İslâm dünyası büyük bir kaosa girdi.
Takip ediyorum... O günden beri İslâm dünyası bir türlü rayına oturmadı ve oturtmadılar. Süper güçlerin oyuncağı ve karargâhı haline gelen bu ülke toprakları, peygamberlerin irşad için geldiği ve mukaddes kitapların nâzil olduğu mekânlar. Başımı ellerimin arasına alarak, bizim hükümetlerin tutumunu, âlem-i İslâmın 57 ülkesini hayretle izliyorum. Tek ümidim; Hz. Bediüzzaman’ın 100 yıl önce söylediği; “Musibet seyyiâtın neticesi, saadetin mukaddemesidir.” 3 İnşaallah diyoruz...
Dipnotlar:
1- Basın, Aralık-2008
2- Basın, Aralık-2008
3- B.S.Nursî, Tarihçe-i Hayat
[email protected]
09.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|