İsrail’in, Gazze’de 27 Aralık’ta başlattığı soykırım sürüyor. Havadan başlayan saldırılarını denizden ve karadan devam ettiriyor. BM okuluna sığınan Filistinlileri dahi bombalamaktan kaçınmayan, birçoğu bebek ve kadın olan 40’ın üzerinde insanı bu okulda öldürürken dünya hâlâ kınamanın dışında bir adım atmıyor. Birleşmiş Milletler “ateşkes kararı” dahi alamıyor. Dünyaca yasaklanan misket bombaları ile ölüm kusuyor.
Bu bir savaş değil, tam bir soykırım ve katliâmdır. Bunun adını iyi koymak lâzım. Ateşkes sağlansa dahi bunun uzun süreli olmayacağı geçmiş “ateşkesler” göz önüne alındığından belli. Kalıcı bir çözüm bulunmadıkça sağlanacak ateşkesler hiçbir işe yaramayacaktır. İsrail her zaman bir bahane bulacak ve Filistin’in tepesine bombaları yağdırmaya devam edecektir.
Stratejik konumu bulunan 360 kilometrekarelik küçük bir alana (Ankara’nın Sincan ilçesinin yüzölçüzümü 420 kilometrekare) hapsedilmiş 1.5 milyon Filistinli bir taraftan yiyecek yemek ve ilâç bulamıyor, bir yandan da bombalar başlarında patlıyor. Hastaneler sivillerle dolu. Yaralılar tıbbî gereçler olmadığı için ölüme terk edilmiş durumda. İnsanlar sığındıkları yerlerden çıkamadıkları için ölen yakınlarını defnedemiyor. Sınır kapıları kapalı olduğu için insanlar dar alanda sıkışmış durumda. Gıda ve ilâç yardımları İsrail’in müsaade ettiği kadar ulaşabiliyor. “Bebek katilleri” yaralı götüren ambulansları dahi vuruyor. İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak, yüzsüz yüzsüz, Gazze’deki insanların huzuru sağlamak için bu “savaşa” giriştiklerini söyleyebiliyor. Tıpkı, ağababası ABD’nin Irak’ı işgal ettiğinde söylediği gibi…
Yani insanlık katlediliyor, dünya 15 gündür seyrediyor.
* * *
Bebek katillerinin geçmişi de kirli. Tarihi katliâmlarla dolu... 1948 yılında Birleşmiş Milletler kararıyla Filistin toprakları bölünüp, İsrail devleti kurulmasından itibaren İsrail sürekli olarak soykırım yapıyor. Ortadoğu’da bir çıbanbaşı gibi duran İsrail o tarihten bu yana Ortadoğu’ya kan ve gözyaşından başka bir şey getirmedi.
Türkiye-İsrail arasındaki ilişkiler hep inişli çıkışlı bir seyir takip etmiştir. İsrail’in 5 Haziran 1967’de, komşuları Mısır, Ürdün ve Suriye’ye saldırdığı ve “6 gün savaşları” denen ve topraklarını dört kat genişlettiği savaşta Türkiye açıkça Arap ülkelerinden yana tavır almış ve İsrail’le ilişkilerini en alt düzeyde sürdürmüştü. Türkiye, bu savaş esnasında topraklarının ABD tarafından İsrail’e lojistik destek sağlamak amacıyla kullanmasına izin vermemiş; Arap ülkelerine askerî yardım götüren SSCB uçaklarına ise hava sahasını açmıştı. Türkiye bu savaştan sonra İsrail`in işgal ettiği topraklardan çekilmesini öngören BM Güvenlik Konseyi’nin kararını desteklemiş ve Kudüs’ün statüsünün değiştirilmesini önleyen Genel Kurul kararına da katılmıştır. Dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil, İKÖ’nün kurulması çalışmalarını başlatmak üzere toplanan 25 İslâm ülkesinin devlet ve hükümet başkanlarının dâvet edildiği toplantıya katılmıştı.
Yine, 1980’de İsrail “Kudüs’ü daimi başkent” ilân ettiğinde o günkü hükümetin başında bulunan Demirel, bu kararın uluslar arası hukukun ihlâli olduğunu söyleyerek, Türkiye’nin Kudüs konsolosluğunu kapatacağını açıklamıştı.
Bu tarihî bilgileri Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “İsrail’le ilişkileri kesin” diyenlere gösterdiği tepkisi üzerine hatırlatma gereği duydum. Başbakan bunu söyleyenlere “Arkadaşlar, biz bakkal dükkânını idare etmiyoruz. Biz Türkiye Cumhuriyeti’ni idare ediyoruz” sözleri ile çıkışıyor. Oysa kendisi de 2002 yılında yine İsrail’in katliâm yaptığı günlerde “Bu terör karşısında Türkiye’nin İsrail’le imzaladığı M-60 tanklarının modernizasyonuna ilişkin antlaşmayı askıya alması gerekir. Eğer mevcut hükümet Türkiye’nin gücünün farkında değilse yazıklar olsun. 700 yıllık Türkiye, tanklarını modernize etmek için 50 yıllık İsrail’e muhtaç oluyorsa, bu kara kara düşünülmesi gereken bir unsurdur.” (Can Dündar, Milliyet, 6.1.2009) diyerek “haklı tepkisi” dile getirmişti. Şimdi ise bunu söyleyenlere niye sinirleniyor.
Türkiye’nin son saldırılardan sonra yaptığı diplomatik girişimleri elbette çok faydalı olmuştur. Ancak Filistin’de yaşanan katliâmlara seyirci kalınmamasını istemek ve bazı tekliflerde bulunulmasına tepki göstermek yerinde olmasa gerek.
Bir vatandaş olarak ve Başbakanın “akl-ı selim ile oturup kalkanların getireceği bir şey varsa oturur konuşuruz” sözünü de dikkate alarak birkaç teklifi burada sıralayalım. Son dönemde iki İsrail firmasına verilmesi kararlaştırılan 141 milyon dolarlık F-16 uçakları modernizasyon ihalesi, 54 adet F-4 savaş uçağının modernizasyonunu yapan İsrail’in ikinci paket F-4 modernizasyonun da yapması ve füze savunma sistemi projesinde, İsrail Arrow ile ihaleye katılması engellenemez mi? 48 adet F-5 savaş uçağının modernizasyonu ile M-60 tanklarının modernizasyonunu da İsrail yapıyor. Yine Türkiye İsrail’den 10 adet insansız hava aracı satın aldı ve askerî istihbarat alanında 167 milyon dolarlık bir antlaşma imzalandı. Bunlar askıya alınamaz mı?
* * *
Artık söz dönemi bitti. Çünkü İsrail 60 yıldır olduğu gibi yine “sözler”e kulak asmıyor. O zaman hiç değilse ekonomik olarak “ceza vermek” gerekmez mi?
Özetle, İsrail’le yapılan askerî, ticarî antlaşmalar bozulamazsa da dondurulma noktasına getirilemez mi? Elbette getirilir. Tarihimizde yaşanan “ilişkileri en alt düzeye indirme” örnekleri gibi,—hiç değilse—elçimizi geri çağırarak ve buradaki İsrail büyükelçisini geri göndererek ilişkiler en alt düzeye indirilmesi büyük bir tavır olmaz mı?
09.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|