Yüreğim yanıyor, içim daralıyor. Yazı yazmaya kolum kalkmıyor. Parmaklarım tuşlara basmıyor. Gazeteleri okuyamıyor, televizyonları seyredemiyorum.
Mailden gelen yanmış insanları, yıkılmış evleri, yerde ambulans bekleyen insanları gördükçe öfkeleniyorum…
Yanında onlarca polis öğrencisi şehit varken, imtihan dünyasında son dakikalarını yaşayan polisin işaret parmağını kaldırarak Kelime-i Şehâdet getiren görüntüsünü görünce “bu nasıl insanlık” diye düşünüyorum. Düşündükçe hiddetleniyorum...
Sonra “öfkelenmek ve hiddetlenmek Müslüman’a yakışmaz” diyorum kendi kendime. Ne yazayım diye düşünüyorum. Türkiye’nin 2008 yılından bu seneye sarkan sorunlarını, siyasî gelişmeleri yazmayı düşünüyorum.
Ancak gözümün önüne Gazze’de öldürülen minicik bebekler, yaşlılar, anneler geliyor. Ne yapacağını şaşırmış insanlar, bir taraftan 18 aydır uygulanan ambargo sebebiyle açlık ve hastalıklarla boğuşurken diğer yandan başlarına tonlarca bomba yağarken, sığınacakları, kaçacakları, saklanacakları bir yerler bulamayan, kendilerini savunacakları taştan başka bir şey olmayan bu insanların tepesine ölüm yağan görüntüleri geliyor. Bombalanan camiler, okullar, üniversiteler geliyor.
Taşlar, İsrail’in ölüm kusan tankları ve silâhlar karşısında bir işe yaramıyor belki… Ama yıllardır kan kusan silâhları olmasına rağmen bu taşlardan korkan, taş atan çocuğa yüzlerce mermi atan, insanlıktan nasibini almayanlara atın diyorum… Atın ki hiç değilse, taş bağlayan yürekleri, olmayan vicdanları yaralansın…
* * *
Duâdan başka ne yapabilirim diye düşünüyorum. İnsanlığın öldüğünü yazmak istiyorum. İnsanların hayat haklarının ihlâl edildiğini yazmak istiyorum. Ne fayda, “zaten insanlıktan nasibini almış olsalar bunları yapmazlar” diyorum.
Cenâb-ı Hak, “Bana duâ edin, size cevap vereyim” (Mü’min: 60) buyuruyor. Peygamberimiz (a.s.m) Rabbimizin kendisine açılan elleri, yönelen kalpleri, yalvaran dilleri boş çevirmeyeceğini müjdeliyor.
Bediüzzaman bazı şartlar çerçevesinde yapılan duâların makbul olacağını belirtirken, bunlardan birini şöyle anlatıyor: “Mü’min kardeşine gıyaben, yani ardından da duâ etmek. Mü’minin mü’mine duâ etmesinde büyük sevap ve hayır vardır. Mü’minin mü’mine yaptığı duâ kabule karîn duâlardandır.” (Büyük Duâ Kitabı, Yeni Asya Neşriyat, s. 38) Duâ ediyoruz Allah’ım…
Hazreti Ali’nin (r.a) “Duâ, mü’minin silâhıdır ve dinin direği, göklerin ve yerin nurudur” rivayetini hatırlıyorum.
Ve Cenâb-ı Hak’ka duâ ediyorum. “Allah’ım Filistinli kardeşlerimize yardım et. Vefat edenleri rahmet et, ailelerine sabır ver... İsrailli katilleri mağlûp et…“
Sen demiyor musun ki, “Ey Rabbimiz, Şüphesiz ki Sen kimi ateşe koyarsan bu sebeple gerçekten onu rezil etmişsindir. O zâlimlerin hiçbir yardımcısı da yoktur.” (Âl-i İmran: 192) Sana sığınıyoruz Allah’ım, onları rezil et. (Amin…)
* * *
Böyle bir halet-i ruhiyede ne yazabilirim ki, ekonomik krizi mi, işten atılanları mı, kapanan işyerlerini, hacizleri mi? Üç ay sonra yapılacak mahallî seçimleri, yargıda yaşanan krizleri mi? Başörtüsü yasağını mı, Avrupa Birliği’ni mi, rafa kaldırılan anayasa değişikliğini mi?
Yazamıyorum, hatta düşünemiyorum bile…
İçim yanıyor, yüreğim sıkışıyor. Çocuklarımı, eşimi, anamı, babamı, yakınlarımı, komşularımı düşünüyorum. Biz burada sıcacık evimizde yaşarken, sıcak yemeklerimizi yerken, ölen çocukları, kadınları, yaşlıları düşünüyorum. Düşündükçe ağlıyorum, ağlıyorum…
Yazmak içimden gelmiyor işte… Parmaklarım harflere uzanmıyor…
Ve son söz olarak diyorum ki, “Zalimler için yaşasın cehennem…”
03.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|