İsrail’in, Filistinliler üzerine her saldırışında kafalarında bazı sorular uyanan insanlar oluyor. Sözgelimi kimileri, “Yahu İsrail’in bunları vurmaya hakkı yok mu? Adamlar canlı bombalar ve gelişigüzel atılan roketlerle masumların ölmesine sebep oluyor ve terör faaliyetlerinde bulunuyorlar. Yani kendilerini savunmasınlar mı?” diye soruyor.
Zihinlerde bu türden soruların uyanması tabiî olmakla beraber ‘tamamen bilmemekten ve dezenformasyondan’ kaynaklanmaktadır diye düşünüyorum. Dezenformasyonun en büyük sebebi ise yandaş küresel medyanın yönlendirmeleri ve sathî bakış açısıdır. Evet insanlar İsrail-Filistin arasında olup bitenler konusunda gerçek mânâada bilgi sahibi değildir ve çoğumuz olaylara sathî bir şekilde sadece kendi tarafımızdan bakmaktayız.
Öncelikle terörün masum insanların kanını döktüğü gerçeği aşikârdır. Kim tarafından işlenirse işlensin terör terördür. Bunu devlet eliyle yapmak ise teröre meşruiyet kazandırmaz o zaman da adı “devlet terörü” olur. Şimdi İsrail meselesini değerlendirirken insanlar olayların akışını, tarihini ve bugüne kadar geçirmiş olduğu süreçleri göz ardı ederek, sadece Hamas’ın bazı “faaliyetlerine” bakarak İsrail’e hak verecek olursalar, o zaman ciddî bir zulüm yapılmış olur.
İsrail, Filistin topraklarına de facto olarak kurulmuş, işgal mantığıyla yerleşmiş ve siyasi desiselerle ve demografik hilelerle oluşturulmuş siyonist bir devlettir ve asıl adı da İsrail olmaktan çok “Occupied Palestine” yani “İşgal edilmiş Filistin” olmaya daha lâyıktır.
Ancak gelin görün ki bu fiili gerçek bugün yok edilmeyecek bir boyuta ulaşmış ve fiilî İsrail devleti dünya tarafından tanınan meşrû bir devlet haline gelmiştir. Bu Filistin dâvâsını yürütenlerin stratejik ve siyasî bir mağlubiyetidir ve bu gerçeği değiştirmek mümkün görünmemektedir. Şimdilerde zaten Suudi Arabistan gibi ülkelerin de öngörmüş olduğu bütün barış planları hep iki devletli—bir İsrail Devleti ve bir de Filistin Devleti—bir yapı üzerine bina edilmektedir. Ancak bu planlar üzerinde ciddî ihtilâf noktaları mevcuttur ve öncelikle bunların aşılması gerekir (Örnek: Kudüs’ün statüsü).
Şimdi mevcut duruma baktığımız zaman siyasî ve stratejik mânâda İsraillilerin desise ve takiyyeci bir politika ile ciddî mânâda güç kazandığı ve dünya kamuoyu nezdinde (başta ABD ve İngiltere gibi güçler olmak üzere) destek topladığı görülmektedir. Ancak İsrail’in bu kredisini zalim ve vahşi saldırılar ile kaybetme tehlikesi de her zaman mevcuttur.
Asıl konumuza dönecek olursak; bir şekilde yurtları işgal edilmiş, parça parça bölünmüş ve bu parçaların her birinde ablukaya alınmış, yıllardır ambargo altında, silâhların gölgesinde yaşayan Filistinlilerin içinde gelişen bir direniş hareketinin yürütmüş olduğu lokal ve mevzi saldırılara karşılık, İsrail’in ‘orantısız bir güç’ kullanarak kadın, çocuk demeden hatta hedefleri arasında uluslar arası kuruluşların okullarını, doktorları ve gazetecileri alacak kadar gözü dönmüş bir şekilde cevap vermesi sizlere hiç “savunma” yahut “haklı bir saldırı” gibi geliyor mu? Hayır! Bu düpedüz zalimce ve vahşice, orantısız bir güç kullanımı ve soykırımdır.
Şu anda tek tartışılması gereken budur ve acilen saldırılara bir son verilmesi ve ateşkes ortamına geri dönülmesi gerekmektedir. İşte ancak o zaman, yani ateşkes sağlandığı zaman ortadaki yıllanmış problemler masaya yatırılabilir ve çözüm düşünülebilir. İşte o zaman Hamas’ın direniş için kullandığı yöntemlerin doğruluğu, İsrail’in ambargo ve zulüm politikaları, İsrail’in işgalci ve yayılmacı politikaları ve Kudüs’ün statüsü gibi önemli konular konuşulabilir. Bunun için İsrail’in ambargo ve zulme, Hamas’ın karşılıklı olarak saldırı ve anarşiye bir son vermesi gerekmektedir.
İşte o zaman Hamas’ın ve bütün Müslüman devletlerdeki silâhlı hareketlerin kendilerini sorgulaması ve mücadele yöntemlerinin İslâmîliğini yeniden düşünmesi gerekmektedir.
Masumları öldürmenin karşılığının yine masumları hedef almak olmadığı ve dahilde sorunları çözmenin yolunun müzakere, diplomasi ve müsbet hareket olduğu işte o zaman düşünülebilir. Zafer için silâhların, roketlerin değil, ittifakın, ittihadın ve İslâmiyete layık bir siyasal yöntemin benimsenmesi gerektiği o zaman düşünülmelidir.
Ancak bütün bunlar için İsrail tarafının insafa gelmesine, ateşkese ve bu zulmü durdurmasına ihtiyaç vardır. Aksi halde iki taraftan da akan kan durmayacak ve hem İsrailliler hem de Filistinliler silahların gölgesinde bir ömür sürmeye mahkûm edileceklerdir.
Bunun yaşanmaması için de acil ateşkes gerekmektedir!
08.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|