Bir zulüm, bir başka zulüm hareketiyle önlenmez. Bir haksızlık, bir başka haksızlık ile ortadan kaldırılmaz.
Başkası ne yaparsa yapsın, bizler yine de hak, hukuk ve adâlet sınırları içinde kalarak hareket etmek durumundayız.
Bize bu ölçüyü ders veren temel kaynak ve dayanak noktası şudur: "Birinin hatasıyla başkası mes'ul olamaz." (Zümer Sûresi, Âyet: 7) Velev ki, karşımızda hatalı ve günahkâr kişinin kardeşi, evlâdı, yahut ebeveyni dahi olsa, onu yine de sorumlu tutamayız.
Bu mukaddes ölçüyü esas almayanlar, zalime karşı geleyim derken, kendisi de zulme girebilir. Haksızlığı bertaraf edeyim derken, kendisi de haksızlığa düşebilir. Baskıya mani olayım derken, kendisi de baskıcı bir cereyanın esiri olabilir. Vesaire...
Kur'ân'ın bu adâlet ölçüsüne uygun hareket etmeyenler, tarafgirlik marazına müptelâ olarak, mükâfatlandırmada olduğu gibi, cezalandırmada da toptancı davranmaya kendilerini mecbur zannederler.
Oysa, bu tür davranışlar beşerî zaafların neticesidir. İlâhî adâlet ise, bu zaaflardan uzaktır ve zerre miskal ona ihtiyaç duymamaktadır.
Elimize sağlam ve şaşmaz ölçüleri verin bu noktadan hareketle, aktüel konularla bağlantılı olarak şu mülâhazalarda bulunmak mümkün:
* İsrailli Yahudilerin mâsum Filistin halkına yönelik yaptığı zulüm ve işlediği cinayetler sebebiyle, bütün Yahudilere aynı ölçüde kin ve intikam duygusu besleyerek onları cezalandırmaya kalkışmak doğru değil. Suçu işleyen kim ise, cezaya müstehak olan da odur.
* Ordu mensubu bazı subayların teröristlerle işbirliği yapması, uyuşturucu ticaretine bulaşması, sabotaj veya sûikast silâhlarını kullanması veya saklaması gibi kànun ve meşrûiyet dışı işlerle meşgul olmasından dolayı, aynı mesleğin başka mensupları mes'ul tutulamaz, suçluymüş gibi gösterilemez. Aksi halde toptancılık, dolayısıyla tarafgirlik marazı depreşir ve etrafa da sirayet eder.
* Bazı yargı mensuplarının yakın geçmişte yönlendirici brifinglere gitmiş olması, baskı altında kalarak haksız kararlar vermiş olması, şimdiki yargı mensuplarını bağlamaz ve onları mes'uliyet altına almaz. Her yargıç, kendi yaptığından sorumludur. Bazılarının eski hataları, bizleri toptancı bir yaklaşım ve tarafgir bir anlayış girdabına doru sürüklememeli.
* Gündemdeki sair meseleler de, bu misâllere kıyasen muhakeme edilebilir.
Sultan Selim'in Sînâ Seferi
Asla geçilmez denilen Sînâ Çölünü beş günde ordusuyla birlikte geçen Yuvuz Sultan Selim, 22 Ocak 1517'de Kahire yakınlarındaki Ridaniye denilen mevkide Mısır Sultanı Tumanbay'ın ordusuyla karşı karşıya geldi. O gün hayli çetin geçen muharebe, Osmanlı ordusunun zaferiyle neticelendi.
Dünya harp tarihine takdirle geçen bu hadise kadar, Yavuz'un koca Osmanlı ordusunu Sînâ Çölünden büyük bir maharetle geçmesi de büyük takdir kazandı.
Sefere çıkma mecburiyeti
Şah İsmail'in kesin mağlubiyeti ve İran'a kaçmasıyla neticelenen Çaldıran Savaşı (Ağustos 1514) sonrası İstanbul'a dönen Sultan Selim, bölgedeki gelişmeleri daha bir dikkat ile takip ediyordu.
Gelen istihbarî bilgilere göre, Şah İsmail'in Mısır'daki Kölemenlerle temasa geçtiği ve Osmanlı'ya karşı Sultan Kansu Gavri'den yardım istediği ve işbirliği yapma talebinde bulunduğu şeklindeydi. (Bu tarihlerde Mardin dahil, Urfa ve Anteb'in öte tarafı İran ve Mısır hükümetlerine ait idi.)
Gerçeğin bu merkezde olduğu, çok kısa bir süre sonra anlaşıldı. İkinci kez Şah İsmail'in üzerine giden Osmanlı ordusu, karşısında Kölemen ordusunu savaş nizamını almış bir şekilde gördü.
Bunun üzerine, daha büyük bir kuvvetle harekete geçen Sultan Selim, önce Halep taraflarında konuşlanmış bulunan Kölemen ordusunun üzerine yürüdü. Burada, Mercidabık (Dabıkçayırı) denilen yerde büyük bir muharebeye tutuştu. Mısır Sultanı Kansu Gavri'nin ölümüne de yol açan bu savaş, Osmanlı'nın kesin zaferiyle neticelendi. (24 Ağustos 1516)
Başında Sultan Selim'in bulunduğu Osmanlı ordusu, ilerlemeye devam etti. Halep'ten sonra Şam'a girdi. Kısa süre içinde Suriye, Lübnan ve Filistin'in hemen tamamını aldı. Sultan ve ordusu Kudüs'ü de ziyaret ettikten sonra Gazze'ye gelip yerleşti. Burada Mısır üzerine yapılacak olan sefer hazırlıklarına başlandı.
Ortada görünen birinci ve en büyük engel, koca Sînâ Çölünün geçilmesiydi. Çöl susuz ve arazi engebeliydi. Vezir Hüseyin Paşa, ordunun bu çölü selâmetle geçebileceğine inanmadığını söyledi. Bu inadı ve itikatsızlığı, onu idama kadar götürdü.
Sultan Selim, Ocak ayı ortalarında Kahire'ye doğru on binlerce kişilik ordusu ve yüzlerce parçadan müteşekkil toplarıyla Sînâ Çölünde ilerlemeye başladı. Ordunun sıcaktan ve susuzluktan kırılması beklenirken, İlâhî inayet eseri olarak, aynı günlerde bolca yağmur yağmaya başladı. Bu sâyede, hem susuz kalınmadı, hem de kumu sertleşen çölde çok daha rahat ilerleme imkânı doğdu.
Kölemen Sultanı Tumanbay, Kahire yakınlarındaki Ridaniye mevkiinde ordusunu harp nizamına sokmuş, topların yönünü Sînâ Çölüne doğru sabitlemişti.
Ne var ki, Sultan Selim'in 21/22 Ocak gecesi El–Mukaddam Dağı'nın etrafını dolaşarak Güney istikametinden saldırıya geçmesi, Tumanbay'ı şaşkına çevirdi ve onun savaş planını suya düşürmüş oldu.
Savaşı kaybettiğini anlayan Tumanbay, son bir hamle ile Osmanlı padişahının otağı zannettiği Sadrâzam'ın çadırına doğru hücûma geçti. Sadrâzam Sinan Paşa bu esnada şehit düştü.
Neticede, Mısır Sultan Tumanbay savaşı adım adım kaybetti; kaçarak kurtulmaya çalıştıysa da, yakalandı ve idam edildi. Fetvâ gerekçesi olarak şu hususlar gösterildi: Şiî Safevilerle Osmanlı aleyhinde işbirliği yapmak, sulh için gelen elçiyi katletmek ve Müslüman kanının dökülmesine sebebiyet vermek.
Hilafetin Osmanlı'ya geçmesi, bu hadiseden sonra kesinleşti. Halife–Sultan Yavuz Selim, idam ettirdiği Tumanbay'ın cenaze namazına katıldı ve onu sultanlara lâyık bir merasimle ebediyete uğurladı.
Ridaniye Zaferine (22 Ocak 1517) ve Mısır'ın fethine giden yol, susuz ve engebe ile dolu Sînâ Çölünden geçiyordu. Büyük ağırlıkları olan koca Osmanlı ordusunun bu çölden sağ–sâlim geçebileceğine inanılmıyordu. Buna inanmayanlardan biri de, Vezir Hüseyin Paşaydı. Bu kişi, seferde askere yeis verdiği gerekçesiyle idam edildi .
22.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|