Halen Kanada'da yaşayan Tuncay Güney isimli şahsın kamuoyuna yansıyan şoke edici eski ve yeni ifadeleri, varsın istediği kadar kafa karıştıcı olsun. Söylediği doğrularla yanlışlar, varsın istediği kadar biribirine karışsın, yahut karıştırılmış olsun.
Ergenekon sanığı veya zanlısı kişilerin avukatlığını yapanlar, yaptıkları şirretlikler, kopardıkları gürültüler ve sergilemiş oldukları hokkabazlıklarla, varsın istedikleri kadar zihinleri bulandırıp ortalığı karıştıra dursunlar.
Son (10.) dalgada bazı üst düzey emekli paşaların gözaltına alınması üzerine derhal harekete geçerek Başbakan ile Cumhurbaşkanı'nı peşpeşe ziyaret eden ve bu ziyaretin hemen ardından paşaların serbest bırakılması sebebiyle akıllara üşüşen soru işaretleri, varsın olabildiğince büyüyüp çoğalsın, dursun.
1950'de önce "Şeflik Devri"nin borazanlığını yapan, 1960 Darbesi ile daha sonraki muhtıra ve darbelere alkış tutan, özellikle "28 Şubat süreci"nde bütün şirretliğiyle arz–ı endâm ederek çarşaf çarşaf uydurma "irtica dosyaları" yayınlayan, mâsumların kıyımına en büyük moral desteği veren "mâlum medya", varsın Ergenekon dâvâsını dilediği gibi sulandırmaya, işi rayından saptırmaya gayret edip dursun.
Varsın, bilgi kirliliği ve kafa karıştırı haber furyası bütün şiddetiyle devam edip gitsin.
Bunların hepsi bir yana dursun, yeter ki, sükûnet ve itidal ile meseleye bakan sağduyu sahibi vatandaşlar ile adâleti tecelli ettirme azim ve kararlılığında olan savcılar, hakimler görevleri başında bulunsun. Zira, onların, zaten orta yerde gayet derece açık, berrak ve net bir şekilde duran suç delilleri ile suç unsurlarının sonuna kadar takipçisi olacaklarına ve bunlardan sorumlu olan kişi ve grupları ortaya çıkarıp meseleyi bir hükme, bir karara bağlayacaklarına inanıyoruz, inanmak durumundayız.
Bu inanca eskiden de sahip idik. Ancak, şimdiki kadar ümitli değildik. Şimdi ise, ümidimizi arttıran sebepler çoğaldı. Şöyle ki: Adâletten ve şeffaflıktan yana olan AB şimdi daha tesirli şekilde devrede. Bu millet, ilk defa cenâh–ı askeriyeden gelen muhtıravârî tazyikata karşı şiddetli bir muhalefet, fikrî ve demokratik bir mukavemet gösterdi. Cuntacıları alkışlayan, postal yalayan medyanın ağırlıklı kısmı, ilk defa bu gelenekten sıyrılarak farklı bir tavır sergilemeyi başardı. Aynı durum, cuntanın sivil kanadını teşkil eden zenginler, elitler, entelektüel ve aydın kesim için de geçerli.
Herşey bir yana, şimdi de orta yerde duran ve artık saklanması mümkün olmayan kànun dışı fiillere, hukuk dışı davranışlara ve açıkça suç teşkil eden tablolara sükûnet–i hâl içinde şöyle bir bakmaya çalışalım.
1) Memleketin birçok yöresinde, yer altından ve yer üstünden mermiler, bombalar, silâhlar fışkırıyor. Türkiye demokratik bir hukuk devleti olduğuna göre, bu kànunsuzluğun mutlaka takibi yapılmalı, sorumlular ortaya çıkarılmalı ve işin ucu kime ve nereye kadar dayanırsa dayansın, herkesten hesap sorulmalı... Şirretlik yapanlar ise, aslında korku, panik ve suçluluk psikozu içinde hareket eder, bir nevî kendilerini ele vermektedirler.
2) Gerek emekli ve gerekse muvazzaf subayların bir kısmı, açıkça kaçak veya firarî duruma düştüler. Neden? Sahte kimlik kullandılar, mülkiyet sınırları içinde yapılan aramalarda ordu malı bomba, silâh ve mühimmat bulundu. Üstelik, bu bombaların benzerleri daha evvel bazı cinayetlerde, saldırılarda ve katliâma dönüşen provokatif eylemlerde de kullanılmış. Devlet, bütün kurum ve kuruluşlarıyla bu gidişatın önüne geçmeli, buna bir yerde dur demeli.
3) Yakın Doğu ülkelerinden getirtilip Batı ülkelerine sevk edilen uyuşturucu maddeler, ağırlıklı şekilde Türkiye üzerinden sevk ediliyor. Yakalananlar, işin perakende kısmını teşkil ediyor. Toptan yapılan sevkiyat ve ticaretin içinde, terör örgütleriyle organize karanlık şebekelerin dahli olduğu muhakkaktır. Devlet, bu kirli ticaretin önünü kesmeli ve bilhassa karanlık şebekelerin ümidini kıracak şekilde kanunî düzenlemeler yapmalı ve güvenlik tedbirlerini almalı.
Halen Kanada'da yaşayan Tuncay Güney isimli şahsın kamuoyuna yansıyan şoke edici eski ve yeni ifadeleri, varsın istediği kadar kafa karıştıcı olsun. Söylediği doğrularla yanlışlar, varsın istediği kadar biribirine karışsın, yahut karıştırılmış olsun.
Ergenekon sanığı veya zanlısı kişilerin avukatlığını yapanlar, yaptıkları şirretlikler, kopardıkları gürültüler ve sergilemiş oldukları hokkabazlıklarla, varsın istedikleri kadar zihinleri bulandırıp ortalığı karıştıra dursunlar.
Son (10.) dalgada bazı üst düzey emekli paşaların gözaltına alınması üzerine derhal harekete geçerek Başbakan ile Cumhurbaşkanı'nı peşpeşe ziyaret eden ve bu ziyaretin hemen ardından paşaların serbest bırakılması sebebiyle akıllara üşüşen soru işaretleri, varsın olabildiğince büyüyüp çoğalsın, dursun.
1950'de önce "Şeflik Devri"nin borazanlığını yapan, 1960 Darbesi ile daha sonraki muhtıra ve darbelere alkış tutan, özellikle "28 Şubat süreci"nde bütün şirretliğiyle arz–ı endâm ederek çarşaf çarşaf uydurma "irtica dosyaları" yayınlayan, mâsumların kıyımına en büyük moral desteği veren "mâlum medya", varsın Ergenekon dâvâsını dilediği gibi sulandırmaya, işi rayından saptırmaya gayret edip dursun.
Varsın, bilgi kirliliği ve kafa karıştırı haber furyası bütün şiddetiyle devam edip gitsin.
Bunların hepsi bir yana dursun, yeter ki, sükûnet ve itidal ile meseleye bakan sağduyu sahibi vatandaşlar ile adâleti tecelli ettirme azim ve kararlılığında olan savcılar, hakimler görevleri başında bulunsun. Zira, onların, zaten orta yerde gayet derece açık, berrak ve net bir şekilde duran suç delilleri ile suç unsurlarının sonuna kadar takipçisi olacaklarına ve bunlardan sorumlu olan kişi ve grupları ortaya çıkarıp meseleyi bir hükme, bir karara bağlayacaklarına inanıyoruz, inanmak durumundayız.
Bu inanca eskiden de sahip idik. Ancak, şimdiki kadar ümitli değildik. Şimdi ise, ümidimizi arttıran sebepler çoğaldı. Şöyle ki: Adâletten ve şeffaflıktan yana olan AB şimdi daha tesirli şekilde devrede. Bu millet, ilk defa cenâh–ı askeriyeden gelen muhtıravârî tazyikata karşı şiddetli bir muhalefet, fikrî ve demokratik bir mukavemet gösterdi. Cuntacıları alkışlayan, postal yalayan medyanın ağırlıklı kısmı, ilk defa bu gelenekten sıyrılarak farklı bir tavır sergilemeyi başardı. Aynı durum, cuntanın sivil kanadını teşkil eden zenginler, elitler, entelektüel ve aydın kesim için de geçerli.
Herşey bir yana, şimdi de orta yerde duran ve artık saklanması mümkün olmayan kànun dışı fiillere, hukuk dışı davranışlara ve açıkça suç teşkil eden tablolara sükûnet–i hâl içinde şöyle bir bakmaya çalışalım.
1) Memleketin birçok yöresinde, yer altından ve yer üstünden mermiler, bombalar, silâhlar fışkırıyor. Türkiye demokratik bir hukuk devleti olduğuna göre, bu kànunsuzluğun mutlaka takibi yapılmalı, sorumlular ortaya çıkarılmalı ve işin ucu kime ve nereye kadar dayanırsa dayansın, herkesten hesap sorulmalı... Şirretlik yapanlar ise, aslında korku, panik ve suçluluk psikozu içinde hareket eder, bir nevî kendilerini ele vermektedirler.
2) Gerek emekli ve gerekse muvazzaf subayların bir kısmı, açıkça kaçak veya firarî duruma düştüler. Neden? Sahte kimlik kullandılar, mülkiyet sınırları içinde yapılan aramalarda ordu malı bomba, silâh ve mühimmat bulundu. Üstelik, bu bombaların benzerleri daha evvel bazı cinayetlerde, saldırılarda ve katliâma dönüşen provokatif eylemlerde de kullanılmış. Devlet, bütün kurum ve kuruluşlarıyla bu gidişatın önüne geçmeli, buna bir yerde dur demeli.
3) Yakın Doğu ülkelerinden getirtilip Batı ülkelerine sevk edilen uyuşturucu maddeler, ağırlıklı şekilde Türkiye üzerinden sevk ediliyor. Yakalananlar, işin perakende kısmını teşkil ediyor. Toptan yapılan sevkiyat ve ticaretin içinde, terör örgütleriyle organize karanlık şebekelerin dahli olduğu muhakkaktır. Devlet, bu kirli ticaretin önünü kesmeli ve bilhassa karanlık şebekelerin ümidini kıracak şekilde kanunî düzenlemeler yapmalı ve güvenlik tedbirlerini almalı.
100 yıllık bir Şirket-i Hayriye
Tanzimatçı Büyük Reşid Paşanın gayreti ve Sultan Abdülmecid'in tasdikiyle 17 Ocak 1851'de kurulan Şirket–i Hayriye, Osmanlı döneminin ilk "anonim ortaklı" şirketidir.
Vapurlarla yük ve yolcu taşımacılığı yapan ve daha ziyade İstanbul Boğaziçi'nde yer alan iskelelerde hizmet veren bu hayırlı şirketin, savaş zamanlarında devletin donanmasına yardımcı olmak gibi hayırlı hizmetleri de olmuştur. Bilhassa Balkan Savaşları ile Birinci Dünya Savaşı esnasında...
Kuruluş tarihinden üç yıl sonra fiilen çalışmaya başlayan Vapurculuk Anonim Şirket–i Hayriye, 1945 senesine kadar aralıksız şekilde hizmet etti.
Eminönü'nden tâ Karadeniz açıklarına kadar Boğazın her iki yakasında yer alan belki yirmiden fazla iskelede yük ve bilhassa yolcu taşıma hizmetini en güzel şekilde sürdüren bu anonim vapurculuk şirketi, ne yazık ki 1945'te devlet tarafından satın alınarak kamulaştırıldı. Şirket–i Hayriye, bütün mal varlığıyla birlikte Devlet Denizyolları İşletmesi'ne devredildi.
Bu resmileştirme ameliyesi, aslında şirketi yenileyip canlandırmadı; bilâkis zamanla 77 parça vapura ulaşan bu işletme, 1945'ten sonra giderek hantallaşmaya ve hizmet kalitesini düşürmeye başladı.
Son yıllarda belediyeye devredilen ve yeni bir canlılık kazandırılmaya çalışılan bu deniz taşımacılığı, bir yandan da özel işletmelerle kısmî rekabet hali içinde görünüyor.
17.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|