Ergenekon soruşturması genişledikçe, birçok “bilinmeyen” gün yüzüne çıkıyor. Bu soruşturmayı küçümseyenler yeni yeni olayın ciddiyetini anlamaya başladılar. Bundan önceki olaylar aydınlatılamadığında “derin devletin işi” denilerek geçiştirilirken, bu soruşturmada derinlere inildikçe daha derin yapılanmanın olduğu artık gün yüzüne çıkıyor.
13 Haziran 2007’de Ümraniye’de bir gecekonduda 27 el bombası bulunması ile başlayan soruşturma kapsamında “ilk dalga”da gözaltına alınıp sonrasında cezaevine konulanların dâvâları devam ederken, “dalgalar” birbiri ardına yapıldı. Yapılan her operasyonun ardından soruşturmanın seyri değişiyor, iş derinleştikçe derinleşiyor. Bir gazeteye bomba atanla, o gazetenin imtiyaz sahibi, önceden çeteden gözaltına alınanla onu yargılayanın, “hiçbir zaman bu insanlar yan yana olmaz” denilenlerin bir arada olması bu soruşturmanın nasıl sonuçlanacağı konusunda merakları arttırıyor.
En dikkat çeken operasyon ise son dalgada gözaltına alınanlarda yaşandı. MGK eski genel sekreteri Tuncer Kılıç’tan YÖK eski Başkanı Kemal Gürüz’e, eski Özel Harekât Dairesi Başkanvekili İbrahim Şahin’den Prof. Yalçın Küçük’e, Genelkurmay eski Adlî Müşaviri emekli Tümgeneral Erdal Şenel’den, Harp Akademileri eski Komutanı emekli orgeneral Kemal Yavuz’a kadar 38 kişinin gözaltına alınması (bazıları tutuklandı, bazıları serbest bırakıldı) ve sonrasında Ankara başta olmak üzere pek çok yerde yapılan kazılarda “kayıp silâhlar”ın bulunması hem dâvânın ne kadar büyüdüğünü gösterdi, hem şeklini değiştirdi, hem de daha önce bu soruşturmaya “faso-fiso” diyenler açısından hiçte öyle olmadığını ortaya çıkardı.
* * *
“Yüzyılın dâvâsı” olarak hatırlanmaya başlayan ve ismi ETÖ olarak kısaltılan bu soruşturma ile ilgili Ankara’da Gölbaşı ve Yenikent’te yapılan kazılarda çok sayıda silâh ve mühimmatın çıkması bu soruşturmanın daha epey devam edeceğini gösteriyor.
Lav silâhlarından, plâstik patlayıcılara kadar birçok silâhın toprak altından çıkarılması olayın vehâmetini gösterdi. “Bu silâhlarla darbe mi olur” diyenlere en güzel cevap toprak altından çıkarılan mühimmatlarla alınıyor. Bir silâhın bile darbeye zemin hazırlamak için yeterli olduğu düşünüldüğünde bu düşüncenin ne kadar “çürük bir iddia” olduğunu ortaya çıkardı. Diğer bir iddia ise Ankara’daki iki kazıda ortaya çıkan silâhların “olası bir işgal durumunda direnişte kullanılmak üzere oralara yerleştirildiği” gibi garip yaklaşımların gülünçlüğü de gelişmelerden sonra ortaya çıktı.
Kazılarda silâhların çıkması da bir takım çevreleri paniklettiği de gözleniyor. Silâhların bulunması bu dâvâya “düzmece” ya da “bir şey çıkmaz” diyenlerin geri adım atmasına sebep olurken, diğer yandan da panikle başta Ankara olmak üzere birçok ilde el bombaları, ya da mermiler “elden çıkarılıp” sağa sola atılmaya başlandı.
“Ergenekon’un kara kutusu” diye tarif edilen Tuncay Güney’in 2001 yılında verdiği ifadelerin ortaya çıkması ile de birçok yeni iddia daha ortaya saçıldı. Yenilir yutulur cinsten olmayan bu iddialarla yeni gelişmelerin olacağının habercisi.
* * *
Tutuklamaları, gözaltına almaları, toprak altından silâhların çıkarılması gibi olaylara bakıldığında önümüzdeki günlerin bir numaraları gündeminin ETÖ dâvâsı olacağını gösteriyor.
Ancak bu aşamada yaşanan bilgi kirliliği olayın çözümüne katkı sağlayamayacağı gibi, sanık ifadelerinin ortalarda dolaşmasının da operasyonun seyrine zarar vereceği kesin. Bu aşamadan sonra herkesin yargıya yardım etmesi ve yargının vereceği kararı beklemesi gerekiyor. Çünkü soruşturma sulandırılır da sonuç çıkmazsa en fazla yarayı hukuk ve demokrasimiz alır.
Hele hele şu aşamadan sonra hiç kimsenin bu işin ne avukatlığına ne de savcılığına talip olmaması gerekir. Çünkü, bu söylemler “mahkemeler üzerinde siyasî baskı oluşturuluyor” iddialarını güçlendiriyor. Bu yüzden de hukuk sürecinde müdahale görüntüsü verilmemeli, hukukun üstünlüğüne herkes inanmalı. Bu aşamadan sonra da olay kime ya da kimlere dayanırsa dayansın sonuna kadar takip edilmesi de gerekli.
Demokrasinin gereği de budur. Bırakın da herkes işine baksın…
17.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|