—Dünden Devam—
Cihad çağrısını duyup Irak, Suriye ve Mısır’dan yola çıkan 12 bin süvari ve bir okadar da gönüllü 1187 yılı Nisan ayında Şam yakınlarındaki Havran mıntıkasında bulunan Ra’sul Ma (Subaşı) denilen mevkide toplandılar. Büyük meydan savaşına girmeden önce düşmanın kuvvetini ölçmek isteyen Selâhaddin Eyyubi, Harran Emiri Muzafferüddin, Şam askerî komutanı Sarumuddin ve Halep askerî komutanı Bedreddin’in emrine bir öncü birlik verip Akka’ya doğru yola çıkardı. Haberi alan Kudüs Tapınak Şövalyeleri lideri Gerard of Rideford da beşyüz askerden oluşan bir birliğin başına geçerek karşı taraftan yola koyuldu. İki birlik Safuriyye mevkiinde karşılaştılar. Düşmana karşı girişilen çetin bir çarpışma sonucunda Müslümanlar Kudüs fethini aralayacak olan çok önemli bir zafer elde etmişlerdi. (Salaheddin el-Faris el-Mücahid ve’l Melik ez-Zahid sh: 261)
Bu başarının ardından öldürücü darbe hazırlığına giren Selâhaddin Eyyubî, askerleriyle beraber Mayıs ayında Taberiyye’nin güneyine düşen el-Ukhuvana mevkiine vardı. Haçlı ordusunu kendisine doğru çekerek hezimete uğratmak istediğinden Taberiyye’ye saldırdı. Ve fazla zorluk çekmeden de şehri ele geçirdi. İslâm ordusunun yavaş yavaş Kudüs’e doğru ilerlediğini gören Kudüs Latin Krallığı yirmibin askerden oluşturduğu Haçlı ordusunu Müslümanların üzerine doğru çıkarttı. Selâhaddin’in çizdiği plan iyi gidiyordu. Haçlılar kendi ayaklarıyla hezimete doğru ilerliyorlardı. Taberiyye yolunu yarılayan Haçlı ordusu Lubia mevkiine varınca, birden ok yağmuruna tutuldu. Müslüman okçuların hedefi, haçlı ordusunun arka kuvvetini oluşturan şövalyelerdi. Zırhlar içindeki şövalyelere isabet ettirmek zor olduğundan, oklarını atlara doğru atıyorlardı. Şiddetli ok yağmurundan şaşkına dönen Haçlılar yönlerini ‘Hıttin’e çevirdiler. Amaç, suyu bol olan Hıttin’de dinlenip daha sonra Taberiyye’ye saldırmaktı. Ancak bu kararı almakla savaş stratejisi olarak son derece büyük bir hata yapmış oluyorlardı.
Çünkü İslâm ordusu kendilerinden önce Hıttin’e gelerek su başlarını tutmuştu. Yazın şiddetli sıcağında susuz kalan Haçlı ordusu bitap düştüğünden Arap bedevilerinin ve Türkmenlerin vur-kaç taktiğini uyguladıkları saldırıları karşısında bozguna uğruyordu. Düşmanın arka tarafından esen sıcak rüzgâr da, sanki fetihte payının olmasını istiyormuş gibi Müslüman askerlerin kulaklarına “otları yakın, otları!” diye fısıldıyordu!!
Rüzgârın sesine kulak veren Müslümanlar, etrafta bulunan kuru otları ateşe verdiler. Otların yanmasıyla kendilerini birden cehennem ateşinin içinde bulan Haçlılar, ‘Hıttin Boynuzu’ denilen boğaza doğru kaçtılar. Bir de ne görsünler! Pusuya yatan Müslüman süvariler kendilerini beklemesinler mi!
Şu bir gerçekti ki: İlâhî kader, Haçlıların hezimetini yazmıştı bir kere. Bu apaçık görünüyordu ama, Haçlılar yine de çarpışmayı elden bırakmıyorlardı. Yazın kızgın sıcağında yapılan muharebe sonucunda haçlılar darmadağın olmuş, Müslümanların yıllardır hayâlleriyle yaşadıkları zafer gerçekleşmişti. Şüphesiz ki, bu zafer ancak ve ancak Allah’ın yardımı sonucunda kazanılmıştı. Çünkü, Kudüs ellerinden çıktığında, Müslümanlardan herbir fert kendi kalp minberinden Allah’a yönelerek “Ben yenik düştüm, bana yardım et!” diyerek yalvarmıştı. (Kamer Sûresi 10. Âyet)
Allah’dan yardım talep eden Müslümanlar, zaferin ancak Allah’a dönmek, yani onun emirlerine itaat etmekle elde edilebileceğini idrak ediyorlardı. Biliyorlardı ki, nefislerini terbiye ettikleri takdirde, zafer kendilerinin olacaktı. Bu, Allah’ın salih kullarına vermiş olduğu vaadiydi. “Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a (Allah’ın dinine) yardım ederseniz, O da size yardım eder; ayaklarınızı kaydırmaz” (Muhammed Sûresi 7. Âyet)
“Allah sizden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını onlar için beğenip seçtiği dini (İslâm’ı) onların lehine yerleştirip koruyacağını ve geçirdikleri korku döneminden sonra, kendilerine güven sağlayacağını vaad etti” (Nur Sûresi 55. Âyet)
İslâm ordusunun elde ettiği Hıttin zaferiyle Haçlıların bel kemiği kırılmıştı. Kazanılan bu zaferde alınlarını secdelerden kaldırmadan gece gündüz Allah’a yalvaran kadın, yaşlı, çoluk-çocuk bütün Müslümanların da payı vardı. Onlar da canlarını ve mallarını mübarek Mescid-i Aksa’yı kurtarma yolunda feda etmeye hazırlardı. Ancak, çok istemelerine rağmen, şartlar kılıç kuşanıp meydan muharebesine katılmalarına engel olmuştu. Maddî kılıca sarılamamışlardı; ama, mü'minlerin manevî kılıncı olan ‘duâya’ yapışmışlardı.
Zaferin yankıları Şam’a ulaştığında, ahali sevinç ve mutlulukla sokaklara döküldü. Tekbir sesleri semayı çınlatıyordu!! Hıttin zaferiyle Kudüs’ün fethi kesinleşmişti. Ancak, büyük kumandan Selâhaddin acele etmek istemiyordu. Fetih hareketine Kayseriyye, Sur, Hayfa, Safuriyye, es-Sakif, Nasıra, Beytlehem, el-Celil gibi şehirleri ele geçirerek başladı.
—Devam Edecek—
17.01.2009
E-Posta:
|