Dünyevîleşme marazı insanları her taraftan sarıp sarmaladıkça, ona paralel olarak huzursuzluk ve mutsuzluk yumağı kördüğüm hâlini alarak devam ediyor. İnsanlar hırsla huzur ve saadeti yakalamak için, dünyevî metaların arkasından koştukça, huzur ve sükûn hızla onları terk ederek uzaklaşıyor. Huzur ve sürurun parada pulda olduğunu, lüks ve şaşaalı bir yaşantıda olduğunu zanneden bir çok insan, özledikleri böylesi bir yaşantının içinde oldukları halde, neden arzuladıkları huzur ve sükûnu bulamıyorlar? Niçin stres ve sıkıntıdan şikâyetçi oluyorlar? Nasıl oluyor da dert ve problemleri bitmek bilmeden devam ediyor?
Şurası bir gerçek ki insanlar ahireti unutup, dünyaya odaklandıkça, bir çok önemli duygularını da kaybetti. Hırsla dünyaya yöneldikçe, dünyaya bakan meşgalelere fazla daldıkça, bir çok insanî özelliklerini yitirdi. Gece gündüz demeden bütün zamanını, mesâisini dünya yolunda harcadıkça, bütün duygularıyla lâtifeleriyle dünyaya yöneldikçe âhireti unuttu. Bunun devamında da insanlar arası ilişkileri bir tarafa attı; başta anne-baba olmak üzere diğer yakın akrabalarını dâhi düşünmez oldu.
Sırf dünya için yaratıldığını zanneden insanlar, ahiret hayatını hiç akıllarına getirmeden bütün ömür dakikalarını dünya yolunda harcamanın, arzuladıkları huzur ve mutluluğu getireceğini zannettiler. Bu zan sebebiyle insanı insan eden, bir çok hususiyetini, bir çok güzelliklerini kaybettiler. Dünyevîleşme, beraberinde bencilliği getirdi... Maddîleşme, maneviyâtı unutturdu ve son sıralara terk ettirdi. Para-pul hırsı, zengin olma özlemi beraberinde bir nev'î cimriliği getirdi... Lüks ve debdebeli yaşantı tarzı sevgi, saygı, şefkat ve merhamet gibi duyguları törpüledi, yok etti.
Çalışma hırsı, çok kazanma özlemi, doymak bilmeyen lüks yaşama arzusu devam ettikçe, arzulanan huzur ve mutluluk bir tarafa, sıkıntı ve streslerin artarak devam ediyor olması akl-ı selim olan bazı insanlara birtakım mesajlar verse de, onların bu alışkanlıklarını terk edip, iyi bir dönüş yapmalarına kâfi gelmiyor.
İnsanların çoğu yaşamakta olduğu hayatın gerçek hayat olmadığını, girdikleri yolun çıkmaz bir sokak olduğunu görüyor, biliyor, bu yoldan vazgeçip geri dönmek istiyor, lâkin bunu beceremiyor.
Güya hayatın tadını çıkarmak adına, keyfince yaşamak için, hevâî zevklerini tatmin etmek niyetiyle yaşantı biçiminin zehirli bir bala benzediğini, geçici bir lezzet vermekten öteye bir işe yaramadığını zamâne insanlarının çoğu bilse de, böylesine aldatıcı bir hayattan kurtuluşun çok da kolay olmadığı bellidir.
Aslında her insanın aramakta olduğu huzur ve mutluluk öyle aşılması zor olan dağların arkasında değil. Ulaşılması imkânsız kapalı kapılar arkasında da değil. Yeter ki şu fani ve geçici dünyaya gönderiliş maksadımızı anlayabilelim. Yeter ki yaşamakta olduğumuz bu dünya hayatının geçici, ahiret yurdunun kalıcı ve ebedî olduğuna inanalım. Yeter ki buradaki zevk ve lezzetlerin aldatıcı ve geçici olduğunu; gerçek zevk ve lezzetlerin ahiret yurdunda olduğunu bilelim. Yeter ki meşrû dairedeki keyf ve lezzetlere kanaat edip haramlara girmeyelim, günahlardan, menhiyâtlardan sakınalım.
Hayatı böyle anlayıp, böyle yaşamak zor mu dersiniz? Zor olduğunu kabullensek dahi, bu zorlukların üstesinden gelmeyi göze almadıkça, arzuladığımız ve yakalamaya çabaladığımız huzur ve mutluluğu bulacağımızı mı zannediyoruz hâlâ?
Mariz asrın bedbaht ve hasta insanları için iki yol var:
Ya bu fani dünyanın geçici zevk ve lezzetlerine aldanıp, nefis ve hevâlarının tatmini uğruna sonu hüzün ve elem olan bir yaşantıyı tercih edecekler. Veyahut, buradaki geçici, yalancı zevk ve lezzetlere tenezzül etmeyip, ebedî hayatın zevk ve keyflerine ulaşmak için; buradaki haram ve günahlardan çekinip; meşrû dairedeki keyf ve zevklere kanaat edecekler.
11.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|