Bir gün Allah Resûlü’nün (asm) yanına bir adam geldi.
Ağlayıp sızlıyordu...
“Ya Resûlallah! Küçük kızım dereye düştü ve boğuldu” dedi.
“Gel” dedi Allah’ın Nebîsi (asm), “Oraya gideceğiz.”
Dereye geldiklerinde, ölen küçük kıza seslendi Allah’ın Sevgilisi (asm):
“Buraya, anne babanın yanına dönmek ister misin?”
Küçük kız, Allah’ın kudretiyle dile geldi:
“Hayır ya Resûlallah, ben daha hayırlısını buldum.”1
***
Ya Hayra’l-Muhsinin! Ey ihsan edenlerin en hayırlısı!
Ne güzel ihsanlarda bulunursun Sen!
İman ne büyük nimet!
Ahirete iman ne büyük bir saadet!
Ebedî Cennet düşüncesi ve bir gün orada sevdiklerimizle birlikte buluşmak hayali ne büyük bir sürur...
Evet, dünya ahiretle var. Hayat ebediyetle yâr. Aksi halde herşey bâr.
Hani Üstad diyordu ya:
“Meselâ, senin gayet sevdiğin birtek evlâdın sekeratta ölmek üzere iken ve meyusâne elîm ebedî firakını düşünürken, birden Hazret-i Hızır ve Hakîm-i Lokman gibi bir doktor geldi, tiryak gibi bir macun içirdi. O sevimli ve güzel evlâdın gözünü açtı, ölümden kurtuldu. Ne kadar sevinç ve ferah veriyor, anlarsın...
“İşte, o çocuk gibi sevdiğin ve ciddi alâkadar olduğun milyonlar sence mahbup insanlar, o mazi mezaristanında, senin nazarında çürüyüp mahvolmak üzere iken, birden hakikat-i iman, Hakîm-i Lokman gibi, o büyük idamhâne tevehhüm edilen mezaristana kalb penceresinden bir ışık verdi. Onunla baştan başa bütün ölüler dirildiler. Ve ‘Biz ölmemişiz ve ölmeyeceğiz, yine sizinle görüşeceğiz’ lisan-ı hâl ile dediklerinden aldığın hadsiz sevinçler ve ferahları iman bu dünyada dahi vermesiyle ispat eder ki, iman hakikatı öyle bir çekirdektir ki, eğer tecessüm etse, bir cennet-i hususiye ondan çıkar, o çekirdeğin şecere-i tûbâsı olur dedim.”2
***
Evet, ‘Biz ölmemişiz ve ölmeyeceğiz, yine sizinle görüşeceğiz’ diyor Filistinli masum çocuklar...
Hakikat-i imanla anne babalarına, sevdiklerine müjde veriyorlar...
‘Üzülmeyin! Bizi yine kucağınıza alacak, her türlü elemden azade olarak ebede dek sevecek, okşayacaksınız’ diyorlar.
Elhamdülillahi alâ ni’meti’l-iman.
Ne buyuruyordu Hazret-i Kur’ân:
“...Etraflarında ebediyen yaşlanmayacak çocuklar dolaşır.”3
Şimdi “yaşlanmayacak çocuklar” sırrı sayesinde, anne babaların gözleri firaktan yaşlanmayacak!
Ölüm ebedî firak değil çünkü... Ölüm daha güzel bir âleme geçişin kapısı. Hele o masum yavrular hakkında, dünya zindanında cennet bahçelerine davet ölüm...
Hani Üstad, bir talebesinin küçük kızı vefat ettiğinde “Cenâb-ı Hak, o mübarek masumeyi birden Cennetine aldı, şu dünya cehenneminden kurtardı”4 diyordu ya. Nice masum kurtuldu şimdi dünya cehenneminden... İsrail’in cehenneme çevirdiği dünyadan...
Rabb-i Rahimimiz ne büyük! Zahiren hoşlanmadıklarımız altında nice hayırlar, nice güzellikler saklar O!
Evet, nice rahmet çiçeklerine gebedir zahmetler.
Ve nice “cennet çiçekleri” çıkar şu dünya cehenneminden...
***
O masumlar bize emanet!
Ya Rab, kusurumuzu affet!
Emanetlerini kabzetmek zamanına kadar bizleri emanetinde emin kıl!
Verdiğin güzelliklere hep emanet gözüyle bakmak nasip et.
Tıpkı Kur’ân’ında sena ettiğin o sevgili kulların sahabeler gibi...
Tıpkı Ebu Talha gibi... Tıpkı Ümmü Süleym gibi...
Hani bir gün, çocukları vefat etmişti de, Ümmü Süleym, eve gelince bu gerçeği beyine nasıl söyleyeceğini düşünmüştü.
Ve eve geldiğinde şöyle demişti ona:
“Ey Ebû Talha! Başkasına ait bir emanet sende bulunsa, sahibi de emaneti geri alsa, buna kızıp üzülür müsün?”
“Hayır kızmam ve üzülmem” demişti o da.
“O halde oğlun da Allah’ın bize verdiği bir emaneti idi. O, emanetini geri aldı.”
Ve Ebu Talha’nın ağzından dökülen, sadece şu olmuştu:
“İnnâ lillah ve inna ileyhi râciun”5 (Biz Allah’tan geldik, yine Ona döneceğiz)
Ya Rab, biliyoruz ki, emanetinde emin olmak, onları emanet bilmekle olur.
Biz onlara hakiki mâlik değiliz. Sensin herşeyin sahibi. Sensin Mâlikü’l-Mülk!
Ve Sen, mülkünde dilediğin gibi tasarruf edersin.
***
Muhterem Üstadımızın bir hatırası ve o hatıra neticesinde kalbine gelen müjdeli ihtar, yaralı kalplerimize merhem oluyor:
“Bir zaman, eski Harb-i Umumîde, düşmanların ehl-i İslâma ve bilhassa çoluk ve çocuklara ettikleri katl ve zulümlerinden pek çok müteellim oluyordum. Fıtratımda şefkat ve rikkat ziyade olduğundan, tahammülüm haricinde azap çekerdim.
“Birden kalbime geldi ki, o maktul masumlar şehîd olup veli olurlar; fâni hayatları, bâki bir hayata tebdil ediliyor. Ve zâyi olan malları sadaka hükmünde olup bâki bir malla mübadele olur. Hatta o mazlumlar kâfir de olsa, ahirette kendilerine göre o dünyevî âfâttan çektikleri belâlara mukabil rahmet-i İlâhiyenin hazinesinden öyle mükâfâtları var ki, eğer perde-i gayb açılsa, o mazlumlar haklarında büyük bir tezahür-ü rahmet görüp, ‘Ya Rabbi, şükür elhamdülillâh’ diyeceklerini bildim ve kat’î bir sûrette kanaat getirdim. Ve ifrat-ı şefkatten gelen şiddetli teessür ve elemden kurtuldum.”6
***
Ey herşeyin sahibi olan Allah’ımız!
Ey körpe bedenlerin sahibi olan İlâhımız!
Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın. Ve Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur.7
Senin şefkatinden ileri bir şefkat sürmek ne haddimize...
Senin âdil merhametine teslim olmaktan öte bize ne düşe...
Ama kuluz işte, aciziz, fakiriz... İmtihanımızı kolaylaştır. Hesabımızı kolay eyle!
Yanına aldığın masum emanetler hürmetine, geride kalanlara sabır ihsan eyle!
Ve ya Rab! O masumlar hürmetine, bizi de Cennetinde cemâlinle müşerref eyle!
08.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|