Işık güneşi bildirdiği gibi, şu kâinatın yüzünde serilmiş olan gayet güzel, san’atlı, parlak ve süslü bütün varlıklar,—her eser sanatkârını bildirmesi sırrınca—kâinatın Yaratıcısını ve Sahibini gösterir.
Yaratıcı’nın varlığını gösteren sayısız kesin veriler, aklî, mantıkî, ilmî deliller vardır. Basit bir dikkatle bile, O’nun varlık ve birliğine varlıklar adedince delillerin bulunduğu, zerreden güneşlere kadar her şeyin O’nu zâtıyla, sıfatıyla tarif ve ispat ettiği görülür.
Madde/eşya var ve san’atlıdır. Bu inkâr edilemez. San’atlı olduğunu da yine hem göz, hem de aklımız ile görüyoruz. Maddelerin derinliklerine inildiğinde, yani fizikî, kimyevî, biyolojik, jeolojik vs. yapıları incelendiğinde ise, çok daha harika ve enteresan san’at harikalarıyla karşı karşıya olduğumuz anlaşılır.
Maddenin en küçük parçası atom, atomun yüzlerce altparçası elektron, nötron, foton, çekirdek; yüzlerce kitabı içine alan DNA, hücre, ateş, hava, toprak, su, bitki-ağaç-çiçek, dünyamız ve ondan milyonlarca kere büyük koca yıldızlar, milyarlarca yıldızı barındıran samanyolu, milyonlarca samanyollarını bünyesinde bulunduran galaksi, nebulalar ve kâinat... Sathî bir nazarla baktığımızda bile her birinin üstünde “kudret sikkesi, terbiye mührü ve kudret kaleminin nakışlarını”nı inceliklerini, parıltılarını görebilir, okuyabiliriz.
Ne var ki, bazıları bu belgeleri yok sayarak veya görmezlikten gelerek Yaratıcıyı inkâra yeltenir. İnkâr, herhangi bir ilme ve fikre dayanmaz. Psikolojik derinliklerinde yatan birçok sebebi vardır. Bunlardan birisi ve en önemlisi şudur:
Her insan güzelliklere aşıktır. Kimisi de her türlü zevk ve lezzet bağımlısı olmuştur. Özellikle hedonist, devamlı nimetler içinde yüzmek ister. Öyle alışmış, öylesine bağımlı hale gelmiş ki, doymak bilmez duyguları vardır.
Yemek yemenin tadını almak için kendisini acıktırır, midesindekileri sun’î yolla boşaltır. Veya şehvetkolik olduğundan, kuvve-i şeheviyesini kamçılayan ilâçlar alır. Bir vadi dolusu altını olsa, bir vadi daha; pek çok mal-mülk sahibi olmak ister. Bağımlı olduğundan İlâhî gerçekleri düşünmek istemez.
Diğer bir sebep de; insan sonsuza dek yaşamayı arzu eder. Ne var ki, ömür sermayesi sınırlı ve herkes ölümü tadacaktır.
İşte, dönmemek üzere yok olmaya, batmaya mahkûm olan bir seyircinin, zevâlin/yok olmanın tasavvuruyla sevgisi düşmanlığa döner. Hayreti hafife almaya, hürmeti tahkire meyleder. Çünkü, yalnız kendi keyfini, zevkini düşünen insan, bilmediği şeye düşman olduğu gibi, yetişmediği şeye de karşıdır.
Ve nihayetsiz bir sevgi, hadsiz bir şevk ve tebrik ile mukabeleye lâyık olan bir cemâle karşı gizli bir düşmanlık, kin ve inkâr ile karşılık verir.1 Kedi yetişemediği ete murdar der! İnsan meselenin bu boyutunu kavrayamazsa, ele geçirememenin, bir şeye ulaşamamanın ve bilememenin verdiği üzüntü ve sıkıntı ile inkâra yeltenir. İşte, inkârcıların Allah’ın düşmanı olduğunun sırrı budur.
Dipnot: 1- Sözler, s. 69
22.01.2009
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|