Kim itiraz ediyor meşrû zeminlerde yürüyüşlere? Kim itiraz edecek izinli, tedbirli ve dürüst mitinglere? Kim itiraz edecek doğruları söylemeye? vs.vs. 27 Aralık 2008 tarihinde hain İsrail’in başlattığı hunhar Gazze katliâmı taş üstünde taş bırakmadı. İsrail, savaşlarda dahi kullanılması yasaklanan silâhları kullandı. Yanıklar, yangınlar, insan parçaları havalarda uçuştu. Dehşet mi dehşet... Irak işgalinin 5. yılını dolduran yaraları bitmeden, yeni bir yara bütün dehşetiyle ortaya çıktı.
Gelelim hakikata ve “Eğri oturup doğru konuşalım”... İttihad-ı İslâm nerede? 2009 itibarıyla 57 İslâm ülkesi nerede? 57 İslâm ülkesi olduğunu, ne ile ve hangi vasıfla siyasî ağırlığını koyacak ve koymuştur? Âlem-i İslâm ve dünya devletlerinde Müslüman kardeşlerimiz haklı olarak caddelerde, meydanlarda ve yazılı-görsel basının bir kısmında feryatları dile getirirken, âlem-i İslâm’ın devlet düzeyindeki beklenen sesi nerede? Bir tanesi büyük elçisini geri çekmedi.
İslâm dünyasındaki liderlere baktım, siyasî beyanlardan ve kalıplaşmış ifadelerden başka ne diyorlar? İslâm dünyasının bazı müderrislerine bakıyoruz, aynı mânâda konuşuyorlar. Yıllardır bu tarz beyanlarla ve ifadelerle bir yere varılmadı. Beklenen tek çıkış yolu, makalemin de ser levhası yaptığım “İttihad-ı İslâmdır”. Âyet bunu istiyor, hadis-i şerifler bunu istiyor. Çağın imamı, müceddidi ve geçmişteki büyük müctehidler bunu istiyor. Peki biz bunun neresindeyiz? Neresinde olmalıydık? Bunun hesabını hem de âcilen yapmakla mükellefiz.
Diplomaside, uluslar arası ilişkilerde en önemli silâh, kendi ülkesinin büyük elçilerini millet adına din ve vicdan adına protesto etmek için o hunhar devletten geri çekmektir ve her şekliyle ambargo koymaktır. Fikir bazından ticarete kadar... Ayrıca kendi parlamentolarında yani milletvekillerinin toplandığı meclislerinde topyekûn alınan her türlü ikaz, tembih ve tehdit kararlarıdır. Başta Türkiye olmak üzere baktım 57 İslâm ülkesinin meclislerinden bir toplu karar çıkmadı. Bu ne hazin manzara.
İslâm ülkelerinden yalnız Ortadoğu’daki komşu İslâm ülke liderlerinin hanımları, İstanbul’a Başbakanın muhtereme eşi tarafından dâvet edildiler. O toplantıda Başbakanın eşi, uzun yıllar Türkiye’nin aleyhinde Rusya ile işbirliği yapan ve vatandaşlıktan ihraç edilen Nazım Hiklmet’in şiirlerini okuyor ve hatta okurken ağlıyor.1 Hayret ettiğim ve üzüldüğüm nokta şudur: Bu gelen İslâm ülkesi liderlerinin hanımları N. Hikmet’i tanımazlar. Onların her şeyden önce tanıdıkları Hz. Peygamberimizdir (asm) ve Kur’ân-ı Hakim’dir. Keşke hanımefendi, “İttihad-ı İslâmı” ön gören bir âyet ve bir hadis okusaydı. Çünkü Nazım Hikmet’in Gazzeye vereceği bir şeyi yoktur…
“Hiç ümidin yok mu?” suâllerimize, çağın Mevlânâ’sı Hz. Bediüzzaman 1911 yılında Şam’da Emeviye Camii’nde verdiği hutbede diyor ki:
“…ey muazzam ve büyük ve tam intibaha gelmiş veya gelecek olan Araplar, en evvel bu sözlerle sizinle konuşuyorum. Çünkü, bizim ve bütün İslâm taifelerinin üstadlarımız ve imamlarımız ve İslâmiyetin mücahitleri sizlerdiniz. Sonra muazzam Türk milleti o kudsî vazifenize tam yardım ettiler.
Onun için tembellikle günahınız büyüktür. Ve iyiliğiniz ve haseneniz de gayet büyük ve ulvîdir. Hususan kırk-elli sene sonra, Arap taifeleri, Cemahir-i Müttefika-i Amerika gibi en ulvî bir vaziyete girmeye, esarette kalan hâkimiyet-i İslâmiyeyi eski zaman gibi küre-i arzın nısfında, belki ekserisinde tesisine muvaffak olmanızı rahmet-i İlâhiyeden kuvvetle bekliyoruz. Bir kıyamet çabuk kopmazsa, İnşaallah nesl-i âti görecek.”2
Bu muhteşem hutbede hem ikaz, hem tesbit, hem de çıkış yolu var. Acaba 57 İslâm ülkesi bu işârâtın neresinde? Bir sultanımızın dediği gibi “Arif olan onlar bizi”…
Dipnotlar:
1- Basın, Ocak-2009
2- Hutbe-i Şâmiye, s. 61
16.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|