Erdoğan’ın Gazze’den getirilen yaralı Filistinlileri hastanede ziyaret ederken, hanımının da lider eşleriyle yaptığı “Gazze’ye destek” toplantısında salondakilere hitap ederken gözyaşı dökmeleri, elbette ki insanî bir duyarlılığın hayli etkileyici görüntüleriydi.
Yine Başbakanın, Gazze’deki İsrail katliâmına tepkisini getirirken kullandığı sert ifadeleri duygusal olmakla eleştirenlere “Duygusallığım İsrail’e değil, Filistin’e” sözüyle açıklaması da aynı hassasiyetin bir diğer yansıması ve tezahürüydü.
Ancak aynı sözün mefhum-u muhalifinden çıkan anlam ve sonuçlardan biri, maalesef haklının değil, güçlünün borusunun öttüğü reel siyaset alanında duygusallığa yer bulunmadığı.
Ve haftalardır ateş altındaki Gazzeliler için irad edilen “duygusal nutuklar” onlara “moral destek” olmanın ötesinde müşahhas bir fayda ve katkı sağlamazken, duygusallığın geçerli olmadığı “İsrail’le ilişkiler”de reel siyasetin acımasız kuralları hükümferma olmaya devam ediyor.
İş o noktaya geldiğinde Erdoğan da, kendisini bu cihetten eleştiren muhalefet partilerine reel siyaset üslûbuyla yükleniyor; “Sizin iktidarınızda da Türkiye’nin İsrail’le ilişkileri devam ediyordu” diyor; bakkal dükkânı işletmediklerini, devlet yönettiklerini ilâve ederek, İsrail’le ilişki ve anlaşmaların aynen süreceği mesajı veriyor.
Böylece Türkiye, bir taraftan Başbakanı Filistinliler için gözyaşı döker, Gazze’ye yardım etmek için çırpınır, yaralılarından hiç değilse bir kısmını kendi hastanelerine nakledip tedaviye çalışırken; diğer taraftan bütün bu acı durumlara yol açan İsrail’le de ilişkilerini hiçbir şey olmamış gibi sürdüren, hattâ İsrail vahşetini, bu ülkeye verdiği cömert ihalelerle finanse eden bir ülke olmanın dayanılmaz ikilemini yaşıyor.
Kuralları hiçbir insanî ve ahlâkî değer kaygısı taşımayan güçlüler tarafından belirlenen reel siyasetin politikacıları ne durumlara düşürdüğünün çok ibretli örneklerinden biri de BOP’ta.
Bundan tam iki buçuk sene önce, 2006 yazında, aynen bugünlerde olduğu gibi, İsrail önce Gazze’yi harabeye çevirip yine katliâm yaptığı ve ardından savaşı Lübnan’a taşıyarak orayı da cehennemden farksız hale getirdiği zaman, Erdoğan bu duruma karşı tepkisini ifade ederken BOP’tan bahis açarak aynen şunları söylemişti.
“Eğer Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika girişiminde yer aldıysak bunun tek sebebi şuydu: Ortadoğu’ya, Kuzey Afrika’ya barış gelsin. Daha ileri demokrasi gelsin. Bunun için bize davet yapıldı ve bu daveti bunlar olacak diye eşbaşkan olarak kabul ettik. Ama gelişmeler onu göstermiyor. Öyleyse bize düşen, bu durumu gözden geçirmektir.”
Sonrasında, Erdoğan söylediği tarzda BOP’taki eşbaşkan konumunu gözden geçirdi mi, geçirmedi mi; buna dair bir işaret gözlenmedi. Ama sürecin ilerleyen safahatında, böyle bir gözden geçirmeye dahi gerek kalmadan, BOP sessiz sedasız tedavülden kalktı. Dolayısıyla Erdoğan’ın eşbaşkanlığından da söz edilmez oldu.
Ve Erdoğan büyük kısmını Filistin’e ayırdığı son grup konuşmasında sözü yine BOP’a getirerek “Doğmadan ölen bir projeye dönüştü. Bizi bağlayan bir tarafı yoktur” ifadelerini kullandı.
Yıllarca “eşbaşkanlığını” üstlendiği bir projenin iflâsını ve bağlayıcılığının kalmadığını ilân eden bu sözler, Bush’un görev süresinin sona ermek üzere olduğu; Irak ve Afganistan işgallerinin fiyaskoyla sonuçlandığının herkes tarafından çok daha açık bir şekilde görüldüğü; ve dahası, “BOP felâket getirdi ve çöktü” tesbitinin önce eski CIA’cı Graham Fuller, ardından kendi başdanışmanı Prof. Ahmet Davudoğlu tarafından dile getirildiği bir aşamada ifade ediliyor.
Yani, artık fazla bir orijinalliğinin ve kıymet-i harbiyesinin kalmadığı bir noktada söyleniyor.
Bu sözlerde, iflâs eden bir projenin eşbaşkanlığını üstlenerek yıllarca aldatılmış ve kullanılmış olmanın pişmanlığını içeren bir özeleştiriye dair herhangi bir işaretse maalesef görülmüyor.
16.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|