Ergenekon operasyonlarının bir kavle göre 10, bir başka kavle göre 11. dalgasından sonra ortaya çıkan sonuç ne?
Evvelce İlhan Selçuk ve Kemal Alemdaroğlu örneklerinde yaşanan “gözaltına alıp serbest bırakma” olayı bu defa Tuncer Kılınç, Kemal Yavuz, Erdal Şenel ve Kemal Gürüz’de tekrarlandı.
Neyle suçlanıyorlardı, neden bırakıldılar, tutuksuz mu yargılanacaklar, yoksa hiç mi yargı önüne çıkarılmayacaklar; şu an için bilinmiyor.
Alt rütbeli muvazzaflardan bazıları tutuklanırken, gözaltına alınan emekli or ve tümgenerallerin bırakılması ile, operasyon gününün ertesinde Genelkurmay Başkanının yürüttüğü “sessiz trafik” arasında bağ var mı; o da meçhul.
Peki, özellikle Gürüz’ün, polis aracına bindirilirken kafasına bastırılması ânını yansıtan görüntülere yönelik eleştiriler sonrasında, İçişleri Bakanlığının gözaltı işlemleri için soruşturma başlatıldığına dair açıklaması ne anlama geliyor?
Böylece “Bakan Beşir Atalay, evvelce kendisini Kırıkkale Üniversitesi Rektörlüğünden azleden Gürüz’den bu şekilde intikam alıyor” iddialarının asılsızlığı mı gösterilmek isteniyor, yoksa işin içerisinde daha başka şeyler de var mı?
Bir diğer nokta, emekli paşaların evlerinde jandarma ekiplerince yapıldığı söylenen “arama”ların 10 dakikayı geçmediğine dair haberler.
Bir başka soru işareti, hem Ankara’daki, hem Ayvalık’taki evleri aranan Sabih Kanadoğlu’nun gözaltına alınmaması ve işlemler başlamadan çok önce haberinin TRT’de yayınlanmış olması.
Bütün bunlardan sonra, yeni dalganın Yalçın Küçük, İbrahim Şahin ve beş günlük firar sonrası teslim olan ya da ele geçirilen Yarbay Mustafa Dönmez haklarında verilen tutuklama kararlarıyla son bulduğu görüntüsü ortaya çıkıyor.
“Nev-i şahsına münhasır” karakteri, kişilerin ad ve soyadlarından şecerelerini çıkarma “uzmanlığı” ve vaktiyle Beka Vadisinde Apo ile özel görüşme yapmak dahil ilginç bağlantılarıyla öteden beri kendisinden söz ettiren Küçük, Ergenekon’da nasıl bir yere oturtuluyor; meçhul.
Susurluk’ta mahkûm olan, geçirdiği ağır “kaza” neticesi hafıza kaybına uğradığı belirtilen ve “sağlık sebebiyle” Sezer tarafından affedilip serbest kalan eski özel harekâtçı İbrahim Şahin’in evindeki krokilerden hareketle yapılan kazılarda ortaya çıkarılan silâh, mühimmat ve cephanelik olayında da ilginç gelişmelere şahit olmaktayız.
Bazıları, darbe planlarının konuşulduğu 2004 tarihli gazetelere sarılmış olarak gömülen bu silâhlar Ergenekon’un Susurluk ayağını ele veriyor diye düşünülürken, yarbay bağlantılı silâh ve cephanelikler başka bir boyuta işaret ediyor.
Ve hemen akabinde, Ecevit hükümetinde Adalet Bakanlığı yapmış olan Hikmet Sami Türk sahneye çıkarak, nereden biliyorsa, “Bu silâhlar olası bir işgal durumunda direnişte kullanılmak üzere devlet tarafından konulmuş gizli silâhlar olabilir” şeklinde ilginç bir açıklama getiriyor.
Benzer bir izah, aynı gün, “Türkiye güvenliğinin en üst noktasında görev yapmış” bir kişiye izafe edilerek, köşe yazılarına da aksettiriliyor.
Böylece zihinlerde, “Şahin’le irtibatlı silâh ve cephanelikler gündeme geldiği zaman ihtiyaç duyulmayan bu yorum, aynı şey muvazzaf bir yarbay için söz konusu olduğunda niye birden bire piyasaya sürülüverdi?” suali şekilleniyor.
Ve devamında, “İkinci Dünya Harbi sonrasının soğuk savaş ortamında Stalin’in işgal tehdidinde bulunmasından bu yana Türkiye kimden nasıl bir işgal ihtimaline muhataptı ki, böyle silâh ve cephanelerin gerektiğinde çıkarılıp kullanılmak üzere toprağa gömülmesine ihtiyaç hissedildi?” şeklindeki sual de cevabını bekliyor.
Hatırlanacağı gibi, 2000’li yıllara Hizbullah adı verilen cinayet çetesi tarafından domuz bağıyla katledilmiş insanlarla dolu ceset tarlalarındaki kazıların dehşet görüntüleriyle girmiştik.
Şimdi ise gündem silâh ve bomba tarlaları.
Ama ikisinde de imza aynı: Ergenekon...
15.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|