—Dünden Devam—
Kudüs’ün tekrar fethedileceğine yürekten inanan Musul atabeyi İmadeddin Zengi ulemanın fetih için başlatmış olduğu irşad hareketine candan destek veriyordu. İslâm’ın ilk kıblesini Allah’ın düşmanının kirli ellerinden kurtarmak için Rabbine söz vermişti. Ancak ömrü bu sözünü yerine getirmeye yetmemiş, şanlı fethi görmeden 1146 yılında vefat etmişti.
“Mü'minler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir. (Ahzab Sûresi 23. âyet)”
Fetih hayâliyle büyüyen ve ata mirası olarak zafer sancağını devralan Nureddin Zengi, babasının başlatmış olduğu Suriye Beyliklerini bir sancak altında toplama politikasını başarıyla yürüterek bölgenin tek hakimi oldu. Zengi’nin ihlâslı bir kumandan olduğunu gören Şam halkı, Emir Muiniddin Üner’in vefat etmesiyle şehrin anahtarlarını kendi rızalarıyla Nureddin Zengi’ye teslim ettiler. 1154’de Şam’a giren Zengi, fetih yolunda çok büyük adım atmış oluyordu. Akıllıca güttüğü birlik siyaseti neticesinde, kısa zamanda Zengi devletinin sınırlarını Fırat'tan Ürdün’e kadar uzattı.
Bu arada, Mısır’daki Fatımî Devleti de iyice zayıflamıştı. Koltuk çekişmesi yüzünden komplolar peşpeşe geliyordu. Bu durumda devletin Haçlılara yem olması işten bile değildi. Fatımî Devleti’nin böyle korkunç bir akıbete düşmesini istemeyen Halife, isyanları durdurabilmesi için Nureddin Zengi’den kendisine yardım etmesini istedi. Bu talebi geri çevirmeyen Zengi, Şirkuh ve Selâheddin Eyyubî komutasındaki birliği Mısır’a gönderdi. İç kargaşalığa son veren Şirkuh, Fatımî Halifesi Adud tarafından vezir olarak tayin edildi. Şirkuh’un 1169 da vefat etmesiyle görevi Selâhaddin Eyyubî aldı. Ve isyanları bastırarak kısa zamanda Mısır hakimi olmayı başardı. Halife Adud vefât edince de Fatımî Devleti tamamen son bulmuş oldu.
Bu gelişmeler üzerine şanlı fetihe doğru adım adım yaklaştığını anlayan Nureddin Zengi, Mescid-i Aksa'ya koymak için dillere destan, muhteşem bir minber yapılmasını emretti. Halep de bulunan kündekâri ustaları gece gündüz demeden çalışarak fethin sembolünü yapmaya koyuldular. İbadet şevkiyle değerli abanoz ağaçlarını ince ince oyarken, gözlerinde fetih manzaraları canlanıyordu. Çivi ve yapıştırıcı kullanmadan binlerce minik ahşap parçasını birbirine geçirerek meydana getirdikleri şaheser minberi hem yapıyor, hem de dillerinden Allah zikrini düşürmüyorlardı. Ve, “Allahım şanlı fethi görebilmemiz için ömrümüzü uzun eyle” diye duâ ediyorlardı.
Çok heyecanlıydılar. Zira hazırladıkları bu minber; Peygamberlerin, Hz. Muhammed'in (asm) arkasında namaz kıldıkları camiye, ‘Mescid-i Aksa’ya’ konulacaktı. Ve yine bu minberden insanlık hidayete çağrılarak, “Ey insanoğlu, nefislerinizin tuğyanından ve zulmünden kaçıp Allah’a hicret edin. Sizi karanlıklara saptıran kötülük emredici nefislerinizi kendinize ilâh olarak alırsanız hüsrana düşersiniz. Sizin ilâhınız kâinatın ve içindekilerin tek sahibi ezel ve ebed Sultanı olan yüce Allah’tır. Ona yönelin ve sadece ona ibadet edin ki, kurtuluşa eresiniz” denilecekti.
Nureddin Zengi çok istemesine rağmen ne yazık ki; minberin bittiğini göremeden 1174 yılında hayata gözlerini yumdu. Yerine oğlu Salih İsmail geçti. Ancak Salih İsmail’in yaşı çok küçüktü ve devleti idare etmesi mümkün değildi. Bu yüzden, Nureddin Zengi’nin dirayetine çok güvendiği Mısır valisi Selâhaddin Eyyubî, Turan Şah’ı, Salih İsmail adına devleti idare etmesi için Şam’da bıraktı. Turan Şah, Zengi’nin ölümüyle ortaya çıkan huzursuzlukların önüne geçemeyince, Selâhaddin Eyyubî, Abbasi halifesinin de onayını alarak, kendini hem Şam, hem de Mısır hükümdarı olarak ilân etmek zorunda kaldı. Akıllı ve hikmetli olan Selâhaddin Eyyubî de Zengilerden farklı değildi. Hayatının her saniyesini Kudüs’ü kurtarmak gayesiyle yaşıyordu. Büyüklerinin yürütmüş oldukları birlik politikasını titizlikle uygularken, gerek bölgedeki Rumlarla, gerekse Haçlılarla savaşmamaya özen gösteriyordu. Zira, Kudüs’ün fethine gerekecek olan kuvveti sağa sola harcamak istemiyordu. Her şeyin zamanı vardı. Vakti ve yeri geldiğinde Haçlıları ortadan kaldıracak olan öldürücü darbe elbette vurulacaktı.
MİNBERİN, AKSA’YA YERLEŞTİRİLMESİ
Selâhaddin Eyyubî izlemiş olduğu akıllı siyasetle dirayetli bir devlet adamı olduğunu ispatlamıştı. Ümmeti tek söz altında toplamayı başardığından cihad çağrısı yaptığında insanlar bölük bölük sancak altına girmek için koştular. Cami ve medrese minberlerinden cihad terbiyesini alan mü'minler, Kur’ân-ı Kerim’in “.....Bir toplum kendilerindeki özellikleri (kötü yönde) değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanları değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların Allah’tan başka yardımcıları da yoktur” (Ra’d Sûresi 11. âyet), “İşte bu, ellerinizle yaptığınız yüzündendir; yoksa Allah kullara zulmedici değildir” (Enfal Sûresi 51. âyet) ikazlarına uymuşlar ve Resulullah’ın buyurduğu büyük cihadı yapmışlardı. Böylece nefislerini kin, nefret, yalan, şirk, kibir, yeis, vefâsızlık, tembellik gibi daha nice hastalıklardan temizleyerek yüreklerini meydan muharebesine hazırlamışlardı.
—Devam Edecek—
16.01.2009
E-Posta:
|