Âhir ömre kadar imtihanımız devam edeceğine göre; bu imtihanların hazırlığı ve kaybedilmemesi için, büyük bir çabanın, azamî bir titizliğin içinde olmak gerekir. Nefis ve şeytanın tuzaklarına, desiselerine düşmemek için, sarsılmaz bir tahkikî imana, güçlü lâyetezelzel bir inanca sahip olmak lâzım. Her saat, her dakika bu önemli imtihan devam ettiği için, bir anlık dikkatsizlik, bir saniyelik gaflet—eğer tevbe de edilmezse—ebedî hayatımızın mahvını, harâbiyetini netice verebilir.
Şeytan ve nefis her zaman soldan gelmiyor. Bazan sağdan da yaklaşıyor. Bazan sûret-i haktan görünerek kulağımıza çok makul, çok inandırıcı şeyleri fısıldarayarak aklımızı çelmeye, kalbimizi bozmaya çalışıyor.
Söz gelimi, Allah’a karşı kulluk vazifelerimizi yerine getirmek; yapmakla zaten mükellef olduğumuz ibadet ve taatlerimizi ifa etmek; rıza-ı İlâhî yolunda hizmet-i imaniyede ve Kur’âniyede bulunmak, önemli bir meşgale ve kudsî bir hizmettir. Rıza-i İlâhî’ye matuf bu çeşit mükellefiyetlerin yerine getirilmesi büyük sevap ve hasenâtlara sebeptir. Bir ihsan-ı İlâhî olarak omuzumuza konulmuş bu hizmet-i Kur’âniye yolunda bazı fedakârlıklarda bulunmak ve bu uğurda bazı zahmet ve meşakkatleri göze almak elbette takdire şayan ve ind-i İlâhî’de kabule medar hizmetlerdir. Böyle şerefli bir hizmetin müdavimi olmak, böyle ulvî bir dâvânın mensubu olmak her insanın belki de erişemeyeceği önemli bir fırsat ve paha biçilmez bir nimettir.
İşte tam da böyle bir nimetin, böyle bir ikrâmın içinde olan bazı hizmet ehlinin aklını çelmek, ayağını kaydırmak için nefis ve şeytan hile ve desiselerle tuzaklar kurar. Sûret-i haktan görünerek, sağdan yanaşır ve onun kulağına en çok meşgul olduğu meseleleri fısıldayarak önce enaniyetini ve benliğini tahrik etmeye çabalar. Muhtemelen: “Senin gibi hizmet-i Kur’âniyede bulunan yok... Çok iyi, çok kabiliyetli bir insansın... Sen olmasan bu işler yürümez... Senin kadar müttakî, senin kadar faziletli olan yok..” gibi ucb ve gurura sevk edecek sözlerle yoldan çıkarmaya çabalar.
Nefis ve şeytanın bu nev'î fısıldamalarını dinleyen ehl-i hizmet hadimler, bir anlık bir gafletle bu çeşit hile ve tuzak yüklü fısıldamaları dinlemeye devam ederse, ihtimaldir ki şeytanın o konuşmalarını haklı görür, kendisinin gerçekten bir kurtarıcı olduğunu, kendisi olmadan hiçbir hizmetin yürümeyeceğini zannederek, Allah korusun belki de farkına varmadan ucb ve gururun tuzağına düşerek yoldan çıkar.
Ama böyle bir durumla karşı karşıya olan ehl-i hizmet nur hâdimi, bu telkinlerin menşeinin nefis ve şeytan olduğunu, bunlara itibar edilmemesinin gerektiğini, dinin sahibinin Yüce Allah olduğunu, onu koruyup muhafaza edecek olanın da O’ndan başkasının olamayacağını ve yine o Yüce Allah’ın din-i mübîne hizmet edecek birilerini mutlaka bulacağını derk ederse şeytanın tuzağına düşmekten kurtulur.
“Allah isterse bu dini fâcir ve günahkâr bir insanla da kuvvetlendirir” hadis-i şerifi, bu konuda son ve kesin hükmü belirtiyor. Bediüzzaman da; “Sen ey riyâkâr nefsim! Dîne hizmet ettim diye gururlanma. ‘Allah bu dini günahkâr bir adamın eliyle de kuvvetlendirir’ sırrınca, müzekkâ olmadığın için, belki sen kendini o recûl-i fâcir (günahkâr adam) bilmelisin. Hizmetini, ubûdiyetini, geçen nimetlerin şükrü ve vazife-i fıtrat ve farîza-i hilkat ve netice-i san'at bil, ucb ve riyâdan kurtul” yorumunu yaparak, insanın hizmet-i diniyede bulunduğu için gururlanıp kendisine bir pâye ayırmasının doğru olmadığını ifade ediyor.
Ölünceye kadar bu nev'î imtihanlar devam edecektir. Çok çetin, çok dehşetli imtihanlarla karşı karşıya kalacağımızı göz önünde bulundurarak, her an her zaman dikkatli olmalıyız. Din-i mübîne hizmette bulunurken de, nefis ve şeytanın hile ve tuzaklarının olabileceğini akıldan çıkarmamalı ve bu tuzaklardan korunmak için de ihlâs zırhına bürünmeli, tevazu ve mahviyeti elden bırakmamalı.
18.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|