Canavarlar tehlikelidir. Yavruları da öyle. Fakat, bu yaratıklar kendi sınırları içinde yaşadıkları ve bilhassa insanlara karşı Allah tarafından dizginlendikleri için, onların şerrinden bir derece emin olmak mümkün.
Fakat, o canavarlar fıtrî mekânlarından alınıp insanların hayat ortamına getirilerek beslendiğinde, tehlike de kaçınılmaz olur.
Görmüş ihtiyar bir zât anlatmıştı: Dağda buldukları bir canavar (kurt) yavrusunu eve getirip aynen köpek yavrusu gibi beslemek istemişlar. Ancak, bu yavru büyüdükçe gayet sinsî bir şekilde etrafa zarar vermeye başlamış. Azgın dişleriyle, bağlandığı kalın zincirleri dahi kemire kemire koparır, evcil hayvanlara, hatta insanlara dahi sinsice saldırır olmuş. Yani, bu besleme canavar, bir türlü ehlileştirilememiş ve sonunda tekrar dağa götürülüp orada salıverilmiş.
Evet, canavar tehlikelidir; fakat, onun besleme yavruları çok daha tehlikeli ve üstelik zararlıdır. Zira, bu yavru büyüdükçe kontrolden çıkar ve hem sahibine, hem de başkasına saldırmak için fırsat kollar.
Şimdi, misâlleri çoğaltılabilecek bu vak'anın sosyal hayatımızla bağlantılı yönlerine bakalım...
EL–KAİDE ve ABD
Dünya âlem biliyor ki, El–Kaide terör örgütü, ABD'nin yavrusu olmasa bile, beslemesidir. Vaktiyle bu örgütü besleyip destek verdi. Sonra da büyüyüp kontrolden çıkınca ve kendisine saldırmaya başlayınca, onun bilhassa lider kadrosunu dağbaşlarında yaşamaya mahkûm etti. Muhtemelen, bir gün belki yine lâzım olur diye...
HAMAS ve İsrail
Halen, birçok dünya devleti tarafından bir terör örgütü olan HAMAS, esasında canavardan da beter bir terörist devlet olan İsrail'in beslemesi olarak ortaya çıktı. İsrail, Filistin'deki FKÖ'nün omurgasını teşkil eden El–Fetih'e karşı bu örgütü el altından destekledi ve büyümesini sağladı. Büyüyen HAMAS, El–Fetih'i zayıflattıktan sonra İsrail'in kontrolünden de çıktı ve tutunacak başka dallara sarılmaya başladı: Şiî İran ve Mısır'daki İhvan–ı Müslimin dalları gibi... Buna rağmen, Filistin'i yakmaya, yıkmaya ve mümkünse yutmaya niyetli görünen İsrail için HAMAS, bir velinimet olmaktan halen de çıkmış değil.
PKK ve Ergenekon
Artık iyiden iyiye anlaşıldı ki, PKK terör örgütü bizdeki "derin devlet"in yavrusu değilse bile, bir beslemesi olarak ortaya çıktı. Zaman içinde büyüyen PKK, ilk sahibinin kontrolünden çıktı ve başkası tarafından da kullanılmaya başlandı. Daha doğrusu, içte ve dıştaki karanlık odakların ortak menfaatine hizmet eden bir "canavar taşeron" haline geldi.
Bu örgüt ve bağlantılı bulunduğu odaklar o derece semirdi ki, artık yer yer düğmeler kopmaya ve dikişler patlamaya başladı. Gitgide ortalık arenaya döndü.
İşte, derin devletin bir şûbesi olan ve hergün yeni bir şok dalgasıyla ortalığı velveleye Ergenekon terör örgütü de, semire semire artık dikiş tutmaz hale gelen bir yapılanmanın görüntüsünden başka bir şey değil.
Bu örgütün bağlantıları deşildikçe ve mahiyeti anlaşıldıkça, canavarlaşan ruhların ve besleme canavarların ne derece tehlike arz ettiği, bu millete ve bu ülkeye ne kadar büyük zararlar verdiği, şüphesiz çok daha iyi anlaşılır bir hale gelecek.
Wilson'un barış prensipleri
Amerika Birleşik Devletleri'nin 28. Başkanı (1913–21 dönemi) Thomas W. Wilson, dünya barışını sağlamaya yönelik olarak hazırlamış olduğu bir prensipler manzumesini ilân etti. Toplam 14 maddeyi ihtiva eden bu prensipler, tarihe "Wilson Prensipleri" olarak geçti.
O günkü Osmanlı aydınları arasında da mâkes gören ve taraftar bulan bu prensiplerin maksadı, öncelikle Birinci Dünya Savaşını sona erdirmek, sömürgecilik sistemini bitirmek, zorla toprak gaspını önlemek ve milletlerin hür, bağımsız ve huzur içinde yaşamasını sağlamaya çalışmaktır.
Bu prensipler demetinde yer alan maddelerin çoğunluğu, dünya savaşından bir şekilde etkilenen devletlerin bulunması gereken özel statüleriyle ilgilidir. Dolayısıyla, Polonya, Rusya, Almanya, Belçika Osmanlı, Fransa, İtalya, Avusturya, Macaristan, Romanya, Sırbistan ve Karadağ'ın ismi açıkça zikredilerek, bunların barışın hakim olduğu bir dünyada hangi konumda bulunmaları gerektiği ifade ediliyor.
Wilson Prensiplerinin bir de geneli ilgilendiren ve yeni dünya düzenine dair umumî mânâlar ihtiva eden bazı maddeleri var ki, onları da şu şekilde sıralamak mümkün:
1) Barış Antlaşmaları gizli–kapaklı değil, açık ve şeffaf bir şekilde yapılmalı.
2) Karasuları dışındaki denizlerde dolaşım, savaşta ve barışta serbest olmalı.
3) Milletler arasındaki iktisadî engeller kaldırılmalı, serbest ticarete izin verilmeli.
4) Milletler, dahilî asayişi sağlamaya yetecek miktarın dışında silâhlanma cihetine gitmemeli.
5) Sömürge topraklarındaki milletlere kendi yönetimlerini belirleme hakkı verilmeli.
* * *
Wilson, daha sonra yayınladığı bir dizi deklarasyonla bu maddeleri genişletme yönüne gitti.
Ne var ki, kısa süre sonra yapılan barış görüşmelerinde Wilson'un prensiplerine pek uyulmadı. Özellikle Rusya, İngiltere, Fransa ve İtalya gibi devletler, sömürgecilikten bir adım olsun vazgeçmediler, hatta daha da ileri gittiler.
Nitekim, sömürgecilik siyaseti İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar bütün katılığıyla devam etti. Sonra da büyük çapta kırılmaya uğradı ve sömürge devletler birer birer bağımsızlığa kavuştular.
* * *
Birinci Dünya Savaşının sonlarına doğru, Wilson Prensiplerini benimsemenin de ötesinde, bu prensipler çerçevesinde "Amerikan mandacılığ"nı dahi kabul eden bazı Osmanlı aydınları oldu.
Hatta, bu maksatla "Wilson Prensipleri Cemiyeti" isimli bir teşkilât kuruldu. Buna destek verenlerin başında ise, Halide Edip (Adıvar), Celâleddin Muhtar ve Refik Halid (Karay) gibi tanınmış isimler geliyordu.
08.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|