Devletin merkezinde yer alan kurum ve kuruluşlar arasında, adeta bir çeşit bilek güreşi yaşanıyor.
Siyaset, yargı, asker ve bürokrasi çevrelerden medyaya yansıyan farklı, hatta birbirine zıt mânâdaki ses ve görüntü, esasında yaşanmakta olan bu bilek güreşinin bir nevi ispatıdır.
Birbiriyle uyumlu ve âhenk içinde çalışması gereken bu kurumların birbiriyle çatışması, en azından çatışıyormuş gibi bir görüntü vermesi, Cumhurbaşkanlığı makamını da rahatsız etmiş olmalı ki, bu işe bir müdahalede bulunma ihtiyacı hissedildi.
Son dakika bilgilerine göre, Cumhurbaşkanı Gül, bugün için Çankaya Köşkü'nde yasama, yürütme ve yargı kurumunun temsilcilerini bir araya getirip onlarla bir görüşme yapacak.
Bugün öğle saatlerinde Köşk'te verilecek yemeğe Meclis Başkanı, Başbakan, Anayasa Mahkemesi Başkanı, Yargıtay Başkanı, Danıştay Başkanı ile Sayıştay Başkanının katılması bekleniyor.
Prosedüre uyar mı, uymaz mı bilemiyoruz; ancak, gönül ister ki bugün Çankaya'da oluşturulacak tablonun içine Genelkurmay Başkanı da dahil edilsin. Zira—emekli olsun, muvazzaf olsun—ordu mensubu birçok kişi son dönemin şok edici gelişmelerin içinde, hatta göbeğinde yer almış görünüyor. Dolayısıyla, sırf bunun için bile olsa, Koşk'teki zirve toplantısına ordu temsilcisinin de katılması gerekir diye düşünüyoruz.
Devletin kalbi sağlam çalışmalı. Var olan ve olması gereken kuvvetler ayrılığı, kuvvetler çatışmasına dönüşmemeli. Geçmişte bunun büyük zararları görüldü.
Kalpte meydana gelecek bir rahatsızlık, vücudun diğer bütün organlarını olumsuz yönde etkiler. Gizli kapaklı şekilde yürütülen işlerin, artık bir son bulması lâzım. Zira, rahatsızlığın asıl ve en büyük sebebi budur.
Kànun dışı ve gizlilik içinde iş yürütenlerin, ne kadar iyiniyetli olursa olsunlar, zaman içinde şahsî menfaatlere hizmet edeceğinden ve hatta tamamiyle meşrûiyet dışına çıkarak zulme bulaşacağından kimsenin en ufak bir şüphesi olmasın.
Hâsılı, devlet ve hükümet içinde sûistimâle açık vaziyette bütün gedikler kapatılmalı, buna mukabil açıklık ve şeffafiyete uygun yeni düzenlemeler yapmaya büyük gayret sarf edilmeli. Aksi halde, yapılacak her türlü iyileştirme ve geliştirme faaliyeti, lokal ve kısa ömürlü olmaktan öteye gidemez.
Tarihin yorumu 21 Ocak 1774
Sultan Birinci Abdülhamid
Sultan II. Abdülhamid'i bilmeyen, tanımayan hemen hiç yok gibi. Onun 33 yıl (1876–1909) padişahlık yaptığı, I. ve II. Meşrûtiyet hareketinin onun devr–i saltanatında vuku bulduğu, hafif istibtad siyaseti güttüğü, 31 Mart Vak'asından (Nisan 1909) sonra tahttan uzaklaştırılarak Selanik'e gönderildiği, 1912–18 yıllarında ise Beylerbeyi Sarayında mahpus edildiği, ona kimileri tarafından Ulu Hakan, kimileri tarafından da Kızıl Sultan denildiği gibi hususlar, hemen herkes tarafından az–çok biliniyor.
Ancak, aynı durumun Sultan Birinci Abdülhamid için de geçerli olduğunu söylemenin imkânı yok.
Hemen herkesin "II. Abdülhamid"den dolayı ayrıca bir tane de "I. Abdülhamid" olması gerektiğini akıl edebiliyor olmasına rağmen, 15 yıl padişahlık yapan Birinci Abdülhamid hakkında mâlumat sahibi olanlar yine de çok az... O halde, onu kısacık da olsa günümüz insanına tanıtmatmakta fayda var.
Mart 1725'te, yani Lâle Devrinin en şaaşalı günlerinde dünyaya gelen Sultan Birinci Abdülhamid, 1789'da, yani Büyük Fransız İhtilâlinden üç ay kadar evvel vefat etti.
Sultan III. Ahmed'in oğlu ve Sultan III. Mustafa'ın kardeşi olan I. Abdülhamid, Osmanlı–Rus savaşının mağlubiyetle neticelenmesi sebebiyle ve bilhassa Ruslar tarafından Özi Kalesindeki 25 bin Osmanlı askerinin şehit edildiği haberini alması üzerine, kederinden önce felç geçirdi; devleti bu haliyle de dört ay kadar idare ettikten sonra hayata gözlerini yumdu.
Gariptir ki, benzer bir âkıbet ondan önceki padişah, yani büyük biraderi Sultan III. Mustafa'nın da başına gelmişti. 1774'te yaklaşık yedi yıl süren Osmanlı–Rus savaşının mağlubiyetle neticelenmesi üzerine inme (felç) geçirdi ve ardından vefat etti.
İşte, III. Mustafa'nın vefat tarihi ile I. Abdülhamid'in tahta geliş tarihi tam da bugüne, yani 21 Ocak (1774) gününe tevâfuk ediyor.
Sultan I. Abdülhamid, tahta geçtikten sonra, devlet kurumlarının eskimiş ve yıpranmış olduğunu gördüğü için, birtakım tecdid, yani yenileme faaliyetlerine girişti. Yeniçeri Ocağını islaha çalıştı, nâhak yere alınan maaşları kesti, donanmaya yeni bir çehre kazandırdı, ayrıca Sür'at Topçuları Ocağını kurdu, Avrupa standartlarında bir askerî mühendislik okulunu açtı ve bu meyanda daha başka siyasî ve askerî bazı yenilikler yapmaya gayret etti.
Ne var ki, hedefine tam vâsıl olamadı. Meselâ, onun yenilik yanlısı politikaları yürüten Sadrazam Halil Hamit Paşa, menfaati bozulanlar tarafından öylesine bir şikayet yağmuruna tutuldu ki, onu fedâ etmeye ve hatta gözden çıkarmaya bile mecbur kaldı.
Sadrâzamını idam ile cezalandırması ise, onun gücünü daha zayıflattı ve yenilik faaliyetlerinin başarısız kalmasını netice verdi.
21.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|