Amerika'daki (ABD) siyasî iktidar, yaklaşık iki hafta sonra el değiştiriyor. İsrail'deki siyasî partiler, yaklaşan seçimler öncesi kıyasıya bir yarış içinde. Ve, bu iki ülke ile fazlasıyla içli–dışlı olmuş, ziyadesiyle yakın münasebetler içinde bulunan Türkiye'nin gündeminde ise, 29 Mart'ta yapılacak mahallî genel seçimler var.
Amerika'daki siyasî değişimin odak noktasını, bu ülkenin dış politikada yapacağı muhtemel değişiklikler teşkil ediyor. Çok hızlı ve köklü bir değişiklik olmasa bile, tıpkı geçmişte olduğu gibi Demokratlar ile Cumhuriyetçilerin mutlaka bir farkı görülecektir.
İşte, kuvvetle muhtemel olan bu politika değişikliği, Ortadoğu'daki dengeleri de etkileyeceği için, gelişmeleri lehine çevirme emelinde olan İsrail, insanlık camiasını dehşete düşürecek çılgınlıklar sergiliyor. Zira, İsrail gayet iyi biliyor ki, ABD'den istediği desteği alamadığı takdirde, bölgedeki zâlimane tahakkümünü sürdüremeyecek.
Amerika'daki siyasî iktidar değişikliğini bu derece önemseyen ve bundan ziyadesiyle etkilendiği anlaşılan İsrail'in, bir de kendi içinde yaşamakta olduğu siyasî çekişmeleri hesaba dahil edildiğinde, artık yapmayacağı çılgınlık, sergilemeyeceği vahşet kalmıyor demektir.
Zira, siyasetin cidden acımasız yönleri, son derece gaddar ve merhametsiz veçheleri vardır.
Öte yandan, Türkiye'de yaklaşan mahallî genel seçimlerin de önemli bir dönüm noktası teşkil edeceği anlaşılıyor. Özellikle iktidar partisi açısından...
22 Temmuz 2007 seçimlerinde mağduriyet kozunu gayet iyi oynayan ve Cumhurbaşkanlığı krizini tam mânâsıyla avantaja çeviren iktidar partisi, bu ikinci iktidar devresinin hemen başlarında son derece ciddî, hatta seçmenini hayal kırıklığına uğratacak kadar sapmalar gösterdi.
Meselâ, sınırötesi operasyonlar konusunda olsun, kanlı karakol baskınlarında askerin vesayeti altına girmişçesine yapılan açıklamalar olsun, vatandaş açısından son derece şaşırtıcı oldu.
Diğer yandan, iç ve dış siyasî manevralarda yüzde 47'lik vatandaş desteğinin hakkı verilemediği, sağlık sektöründeki sıkıntılar ve adâletsizliğin önüne geçilemediği, hele iktisadî sıkıntıları gidermek bir yana, bu sıkıntının katmerleşerek kriz boyutuna çıktığını zaten herkes görüyor.
İsrail ve Filistin meselesinde ise, ciddî ve tutarlı bir politikanın takip edilmediğini, gelişen hadiseler önümüze seriyor. İsrail ile, bir yandan yeni antlaşmalara imza atacak, bir yandan da Filistinlilere ne kadar sahip çıktığının propagandasını yapacaksın. Artık kimse yutmuyor bunları...
Son olarak, Arap ülkelerine yönelik yapılan diplomatik görüşmeler nafile bir çabadan öteye gitmediği gibi, iktidar partisinin özellikle BM nezdinde daha çok Hamas'ın politik beklentilerini mi, yoksa mazlûm Filistin halkının âcil ihtiyaçlarını mı önemsediği de pek anlaşılamadı, gitti.
Bütün bu olumsuz gelişmeler, şüphesiz ki seçimlere en iddialı şekilde hazırlanan iktidar partisini derinden derine düşündürüyor. Şayet, daha evvelki seçimlerda kazanmış olduğu oy nisbetinin altına düşerse, kendisinin çok daha zor günlerin beklediğini elbette ki biliyor.
Düşünün ki, iktidar partisinin sadece Anayasa Mahkemesiyle değil, şimdi diğer yargı kurumlarıyla da başı hoş değil. Yargı bürokrasisi, hiç yoktan sıkıntı çıkarıyor.
Çünkü, vakt–i zamanında gerekli reformlar yapılamadığı için, neredeyse bürokrasideki kurumların tamamı, eski köye yeni adet istemiyor; şayet yeni adet olacaksa, onun da kendi inisiyatiflerinde gerçekleşmesini istiyor.
Öte yandan, AB müzakereleri cephesinde de tam bir savsaklama durumu göze çarpıyor. Ki, zaten bu süreçte ciddî bir mesafe alınmış olsaydı, özellikle bürokraside yaşanan sıkıntıların şiddeti bu derece ziyadeleşmezdi. Evet, bürokrasimizin yola gelmesi ve düzelmesi, büyük çapta AB normlarının uygulanmasına endeksli görünüyor. Zira, kemikleşen bürokrasimiz, zaten seksen yıl önceki Avrupa bürokrasisinin kötü taklidinden başka birşey değil. Avrupa bunu çoktan terk etti, bizde ise bu sahada yaprak kıpırdamasına dahi tahammül edilmiyor.
İşte, bütün bu handikapları aşacak ve düğümleri çözecek olan, siyaset kurumudur. Dünyada giderek dinamikleşen siyaset ise, durgunluğu, yeknesaklığı, yani statükoyu kaldıramıyor artık.
Neticede, gerek iç ve gerekse dış siyasette büyük sancılar yaşanıyor. Bakalım, önümüzdeki günlerde ve aylarda ne tür gelişmeler yaşanacak...
Tanzimatın Koca Reşid Paşası
Tanzimat Fermanı olarak bilinen Gülhane Hatt–ı Şerifi'nin ilân edilmesinde en etkili rolü oynayan Mustafa Reşid Paşa, vazife başında vefat etti. Yerine meşhûr Âli Paşa tâyin edildi.
Bilhassa Hariciye Vekili (Dışişleri Bakanı) iken seyahat ettiği Avrupa ülkelerinde yaşanan gelişmelerden ziyadesiyle etkilenen Reşid Paşa, Osmanlı'nın girdiği duraklama haline gönlü razı olmayarak, bir dizi reformların yapılması için büyük çaba gösterdi.
Evet, Osmanlı, kelimenin tam anlamıyla bir duraklama dönemine girmiş ve kendi sistemiyle, kendi imkânlarıyla bu girdaptan bir türlü çıkamıyordu. Öyle ki, koca Ordu–yu Hümâyun, Mısır Valisi'nin ordusuna mağlup düşecek (1939 Nizip Bozgunu) bir vaziyet arz ediyordu.
Mevcut gidişatı tasvip etmek veya buna kanaat etmek olacak şey değildi.
II. Mahmud'un öldüğü ve Sultan Abdülmecid'in tahta çıktığı aynı sene içinde ilân edilen Tanzimat (düzenleme, reorganizasyon), aslında monarşiden meşrutiyete geçişin de ilk tetikleyici faktörlerinden biri oldu.
Şunu da hatırlatmak gerekir ki, Tanzimat'a karşı gelen veya bunca yıl sonra bu hareketi şiddetle tenkit edenlerin gösterdiği, yahut ortaya koymuş olduğu ciddiye alınabilir herhangi bir alternatifleri yoktur.
Bütün hata, kusur ve eksiklerine rağmen, hürriyet, meşrûtiyet ve Kànun–i Esâsî gibi, Tanzimat'ın ilân edilmesi de kaçınılmaz derece gerekliydi.
En büyük hata, olsa olsa bu gelişmelerin işletilmemesi, yani fiiliyatta önünün kesilmesidir.
Hariciye Vekilliğinden sonra, aralıklı şekilde altı kez Sadrâzamlık da yapan Reşid Paşa, 7 Ocak 1858'te vefat etti.
07.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|