Adına "93 Harbi" denilen Osmanlı–Rus savaşı (1877–78), Rusya'nın üstünlük sağlamasıyla neticelendi.
Kafkaslar ve Balkanlar'dan sarkarak Osmanlı mülkünün çok geniş bir parçasını istilâ eden Rusya, ilerlemeye devam ederek, sonunda İstanbul'un sınır noktasına kadar gelip dayandı. 1878 yılı başlarında, o zamanlar Ayastefanos denilen Yeşilköy'e kadar geldi ve burada askerî karargâh kurdu. İstanbul'a girmesine ramak kalmıştı.
Rus karargâhı ile hükûmet ve hilâfetin merkezi olan İstanbul arasındaki mesafe, kuşbakışı 13 kilometredir.
O tarihteki Rus istilâsını bu noktada durduran iki önemli sebep var.
Birincisi: Avrupa'nın Rus ilerlemesinden tedirgin olmasıyla harekete geçmesi. Başlangıçta Rusları Osmanlı aleyhine kışkırtan İngiltere'nin başını çektiği bazı Avrupa devletleri, bir noktadan sonra—ancak yine kendi menfaatlerini ön planda tutarak—Rusya'yı durdurmaya çalıştılar.
İkincisi: Mevlâna Halid–i Bağdadî'nin geniş bir coğrafyaya yayılan binlerce mürid ve talebelerinin Rusya'ya karşı cihad ruhuyla harekete geçmesi.
Üstad Bediüzzaman, âhirzamanın başlangıcı mânâsında yorumladığı bu tarihî hadise ile ilgili olarak, Birinci Şuâ'daki 28. Âyetin tevili kısmında şu ifadeyi kullanıyor: "O tarihte (1877–78) Avrupa kâfirleri devlet–i İslâmiyenin nurunu söndürmeye niyet ederek on sene sonra Rusları tahrik edip Rus’un ’93 Muharebe–i Meş’umesiyle âlem–i İslâmın parlak nuruna muvakkat bir bulut perde ettiler. Fakat bunda Resâili’n–Nur şakirtleri yerinde Mevlâna Halid’in (k.s.) şakirtleri o bulut zulümatını dağıttıklarından, bu âyet bu cihette onların başlarına remzen parmak basıyor... Şimdi hatıra geldi ki, (...) bundan bir asır sonra zulümatı dağıtacak zatlar ise, Hazret–i Mehdînin şakirtleri olabilir. Her ne ise... Bu nurlu âyetin çok nuranî nükteleri var."
100 yıl sonra yine Yeşilköy ve 13 rakamı
Gariptir ki, Yeşilköy'de noktalanan 93 Harbinden tam tamına 100 sene sonra, yine aynı mevkide, yine Rusya ile bağlantılı ve yine 13 rakamı tevafukatıyla siyasî mühim bir hadise daha yaşanır.
Bu hadisenin halk arasındaki ismi ise, "Güneş Motel Hükümeti"dir.
Mâlum, 1977 yılının Haziran ayı başlarında genel seçimler yapıldı.
Bu seçimde iki parti, AP ve CHP kıyasıya bir yarış halindeydi. Ayrıca MSP ve MHP de üçüncü ve dördüncü sırada geliyordu. Sandıktan çıkan oyların ve seçilen milletvekillerinin partilere dağılışı şu şekilde neticelendi:
CHP: % 41.38 oy ile 213 milletvekili
AP: % 36.88 oy ile 189 milletvekili
MSP: % 8.56 oy ile 24 milletvekili
MHP: % 6.42 oy ile 16 milletvekili
Toplam 450 milletvekilliğinin geri kalan kısmını ise bağımsızlar ve küçük partiler kazandı. Buna göre, hükümet kurabilmek için, asgari 226 milletvekilinin oy desteği gerekiyordu.
CHP lideri Ecevit, partisi seçimden birinci çıkmasına rağmen, ne kadar uğraştıysa da yeterli desteği sağlayamadı ve hükümeti kuramadı. Çünkü, 226'yı bulmak için, 13 üyenin oyuna daha ihtiyacı vardı.
Bu sebeple, mecburiyet tahtında Demirel'in başbakanlığında II. Milliyetçi Cephe hükümeti kurulmuş oldu.
Ne var ki, Ecevit ve taraftarları bu vaziyeti içlerine sindiremedi. Her yolu deneyerek, hükümeti indirmeye çalıştılar. Sonunda da buna muvaffak oldular.
1977 yılı Aralık ayında Yeşilköy yakınlarındaki (Florya'daki) Güneş Motel'de AP üyesi bazı milletvekilleriyle gizli görüşmelerde bulunan Bülent Ecevit, neticede onları iğfal ederek partileriyle yollarını ayırdı.
İçlerinde, sonrada yolsuzluktan hüküm giyen Tuncay Mataracı'nın da bulunduğu 11 AP milletvekili partilerinden ayrılarak bağımsız oldular.
Aynı milletvekilleri, kısa bir süre sonra hükümete verilen gensoruyu destekleyerek II. MC hükümetini düşürdüler ve Ecevit'in kuracağı yeni hükümeti destekleyeceklerini deklare ettiler.
Ecevit, 2 Ocak 1978'de yeni kabineyi kurdu. Bu kabinede, AP'den apartılan milletvekillerine birer bakanlık makamı peşkeş çeken Ecevit, 213+13= 226'yı bularak, Meclis'ten gerekli olan güvenoyunu almayı başardı.
AP lideri Demirel, bakanlık karşılığı olarak partisinden adam ayartarak hükümet kurulmasını siyasî yönden etik bulmadığını ilân ederek, yeni hükümete şu ismi koydu: Motel hükümeti.
Ayrıca, Bülent Ecevit'e de bu dönem itibariyle bir kez olsun Başbakan demeyip, her defasında ondan "hükûmetin başı" diye bahsetti.
İstikrar büsbütün bozuldu
Ecevit'in kurduğu hükümet, zaten yamalı ve arızalı bir hükümet idi. Hem gayr–ı ahlâkî bir yöntemle kurulmuştu, hem de sayı itibariyle bıçak sırtında duruyordu.
Bu siyasî zaaf sebebiyle, zaten hassas dengeler üzerinde yürüyen memleket meseleleri iyice sarpa sarmaya başladı.
Meselâ, temel ihtiyaç maddeleri hızla tükenmeye yüz tuttu. Bu yokluk sebebiyle uzayan kuyruklar, vatandaşı çileli bir hayata mahkûm etti. Benzinden gıdaya, hemen herşey karaborsa oldu.
Aynı şekilde, asayiş denen birşey de kalmadı. Anarşi azdıkça azdı. Kanlı Maraş ve Çorum hadiseleri tüm Türkiye'yi dehşete düşürdü.
Sıkıntı baştan aşınca, Ecevit de hükümeti bırakıp kaçmak için fırsat kolladı. En büyük fırsat, yahut bahane, Ekim 1979'daki ara seçimleriyle ortaya çıktı. Sandıkta, CHP hezimete uğrarken, AP çok büyük bir zafer kazandı.
Ecevit, seçimlerin neticesi daha netleşmeden ve resmî sonuç henüz ilân edilmeden hükümetinin istifasını vererek, yeni bir azınlık hükümetinin kurulmasına sebebiyet verdi.
Memleket meselelerinin düzelebilmesi için, erken genel seçime gitmekten başka çare kalmamıştı.
Erken genel seçim bütün şiddetiyle gündeme tam getirilmeye çalışılıyordu ki, 12 Eylül (1980) darbesi yapıldı ve siyaset mekanizması bir kez daha "sil baştan"a döndü.
02.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|