Bugün 2008 yılının son günü. Yarın, yeni bir yılın siftahı olacak. 2009 senesi, birçok yönüyle önemli gelişmelere gebe görünüyor...
Dünyanın süper ülkesi Amerika'da güç, iktidar ve saltanat, büyük çapta el değiştiriyor: Demokratlar, başlarında zenci lider (ilk kez) olduğu halde iktidara geliyor.
Bizdeki saltanatın el değiştirmesi ise, tam yüz sene önce yaşandı. 1909'da, güç ve iktidar mânâsındaki saltanat, Osmanlı'dan Selanikliler'e geçti.
Selanik merkezli Hareket Ordusu İstanbul'a gelip idareye elkoydu. Hemen ardından, Selanik mebusu Yahudi Emanuel Karasso başkanlığındaki gayr–ı Türk bir heyeti Sultan Abdülhamid'e göndererek onu tahttan indirdi. İndirmekle de kalmadı, 33 yıllık kudretli padişahı Selanik'e gönderdi ve onu oradaki Alatini Köşküne hapsetti.
Selânik Ordusu, bu davranışıyla şunu demek istedi: Saltanat el değiştirdi. Senin yerin orası, bizim yerimiz burası.
Üstad Bediüzzaman, 1909'da yaşanan bu tarihî hadiseyi "tebeddül–ü saltanat" şeklinde ifade ediyor. (Bkz: Kastamonu Lâhikası, Karadağ'ın Bir Meyvesi)
Sultan II. Abdülhamid'den sonra gelen padişahlar, hür ve serbest olamamışlar; dahası, Selanikliler'in gölgesi altında yaşamaktan kurtulamamışlar.
Saltanat ile birlikte, Meşrûtiyet ve Cumhuriyet hükümetlerinin de "‘Selâniklilerin istibdad–ı mutlakları" altında (Emirdağ Lâhikası, s. 134) yaklaşık yüz yıl müddetle ömür sürecekleri ve yüz yıl sonra "Meşrûtiyetin hakiki cemâli"nin görülmeye başlayacağı müjdeleniyor. (Münâzarât, s. 29)
Tarihe dair bu kısa notları düştükten sonra, gelelim meselenin herkesi alâkadar eden tarafına...
* * *
Yılın son günü, ömürden bir yılın azaldığını nisbeten daha bâriz şekilde insana hatırlatmış oluyor.
Bu vesileyle, biz de sizin için değerli şairlerimizin ömre dair mısralarından bir derleme yaptık.
Eski ve yeni şiirlerden seçmeler yaparak aynı kapta harmanladığımız bu mânidar mısraları okurken, bundan büyük haz duyacağınızı ve feyizli bir tefekkür seyahati yapacağınızı umuyoruz.
Niyaz–i Mısrî'den
Günde bir taşı bina–yı ömrümün düştü yere
Can yatar gafil, binası oldu viran bîhaber
Dil bekàsı, hak fenâsı istedi mülk ü tenim
Bir devâsız derde düştüm, âh ki Lokman bîhaber
Bir ticaret yapamadım, nakd–i ömür oldu hebâ
Yola geldim lâkin, göçmüş cümle kervan bîhaber
Ağlayıp nâlân edip düştüm yola tenhâ garip
Dîde giryân, sîne büryân, akıl hayrân bîhaber
Yol eri yolda gerektir, çâğ u çıplak, aç u tok
Mısrî'ye haydi gel dediler; lâkin cânan bîhaber
Yunus Emre'den
Geldi geçti ömrüm benim
Şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle gelir:
Şol göz yumup açmış gibi
İş bu söze Hak tanıktır
Bu can gövdeye konuktur
Bir gün ola çıka gide
Kafesten kuş uçmuş gibi
Bu dünyada bir nesneye
Yanar içim göynür gibi
Yiğit iken ölenlere
Gök ekini biçmiş gibi
Yunus Emre bu dünyada
İki kişi kalır derler
Meger Hızır, İlyas ola
Ãb–i hayat içmiş gibi
Âşık Reyhanî'den
Reyhani'yim geçti ömrüm saz ile
Gıda aldık hayaldeki haz ile
Bir ömür devrettik cilve naz ile
Naz bitti, çevrildik niyaza şimdi
* * *
Doğumlarda on gün, dokuz da ayız
Ne umman, ne nehir, ne de bir çayız
Bölmüşlerdir bizi, parça parçayız
Damlamız da birdir, deremiz de bir
Âşık Zevrakî'den
Sohbetler kurulup muhabbet saçınca,
Özümden, gözümden, taşıp yaş akınca,
Hakk'ın tavafında bir gönülü yıkınca,
Boş güne, zay olan şu ömre yanarım...
Âşık Mevlevî'den
Ömrümün güneşi etmeden gurûp
Bir kaç gün misafir olurum durup
Şurada geçici bir çadır kurup
Bir–iki gün ateş yakmağa geldim
Âşık Halil'den
Âhiret hayatını mâmur kılmayan
Dünyada eğlenmiş, gülmüş ne fayda
Şol yüce Kur'ân'dan bir şey bilmeyen
Dam dolusu kitap bilmiş ne fayda
* * *
Âşık Halil derler, birdir mevcudum
Beni böyle karma yapmış Mucid'im
Fâni–bâki iki parça vücudum
Dışım hâke (toprağa), içim Hakk'a bağlıdır
Neşet Ertaş'tan
Vâde tekmil olup ömür dolmadan
Emanetçi emanetin almadan
Ömür bağlarının gülü solmadan
Varıp bir cânana ikrar verdin mi?
Garip bülbül gibi feryâd ederiz
Cehalet elinde kisb ü kederiz
Hep yolcuyuz, böyle gelir gideriz
Dünya senin vatanın mı yurdun mu?
* * *
Gel sevelim sevileni seveni
Sevgisiz suratlar gülmüyor canım
Nice gördüm dizlerini döveni
Giden ömür geri gelmiyor canım
Aşkın ateşine yandım alıştım
Bu ateş içinde aşkla tanıştım
Doğru mu yanlış mı deyi danıştım
Sevgisiz hakka kul olmuyor canım
Ampul'ün keşfi
Amerikalı bilim adamı Thomas Edison, telefon ve fonograftan sonra en büyük keşfi olan elektrikli aydınlatma (ampul) cihazını kamuoyuna tanıttı.
Bir endüstriyel araştırma laboratuarı olan Menlo Park'ta yaptığı sayısı denemelerden sonra, nihayet elektrikle aydınlatma keşfini tamamladı ve bunun patentini alarak seri üretim için talipli fabrikayla anlaştı. Fabrikada, ilk etapta 50.000 adet ampul üretilerek, yeni ve son derece pratik bir aydınlatma cihazı insanlığın hizmetine sunulmuş oldu.
31.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|